Güzel Sanatlar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor.
Güzel Sanatlar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor.

Heykel Sanatı

FELSEFE Ders Notları 2
Güzel Sanatlar
Heykel Sanatı

Heykel Sanayı Güzel Sanatların en eski, en yaygın ve evrensel olan bir koludur. Bu sanat üç boyutluluk içeren ve sanatsal bir ifade aracı olarak üretilmiş olan sanat formu alanı olarak tanımlanabilir.

Dinsel Figürler, (Meryem, Azizler, Yunan Tanrıları, ruhlar, mitolojik varlıklar vb.) efsaneler, kahramanlıklar ve dinsel öyküler de heykel sanatının başlıca konularındadır.

Heykel sanatının ilk ortaya konan örnekleri ne kadar tanrı ve tanrıça figürleri olmuş olsa da tarihler boyunca temel konusunu insan figürü oluşturmaktadır.

MÖ 5.yy. Yunan klasik sanatında, tuncun  da malzeme olarak kullanılmaya başlamasıyla hareket duygusu yaratılmaya başlamıştır. Bu evrede MYRON'un Diskobolos (MÖ 450) adlı heykelinin bir Roma kopyasında (Terme Müzesi, Roma) olduğu gibi, tek figürlü heykellerin mimari yapıdan bağımsız bir biçimde oluşturulduğu görülür.

Pagan Roma sanatından farklı bir Hristiyan heykel sanatı, 3.yüzyıl başında ortaya çıkar. İstanbulda gelişen bugün Konstantinapolis Bizans'ın adıyla anılan sanat zamanla bütün Hristiyan dünyasında etkili olur. Ortaçağ Hristiyanlık sanatı dinsel kalıplar içinde kaldığı için simgeci, şematik bir anlatımla sanatçılar dinsel konuların dışına çıkamamış, Romanesk ve Gotik üsluplar ortaya çıkmıştır. Gotik dönemde de (12.-16. yy.) aynı anlayış devam eder, dinsel yapılarda azi ve peygamber heykelleri yoğunlaşır, taş yontular ağırlık kazanır.

18.yüzyıl heykel sanatı açısından durağan geçer. 19.yüzyılda heykel sanatında hareket ve duyguların anlatımında abartıdan arındırılmış kontrollü yaklaşımı benimseyen Yeni-Klasik Dönemi başlatır.

19.yüzyılın ikinci yarısında Auguste Rodin ve aynı zamanda ressam olan Edgar Degas gibi Fransız sanatçılar ile İtalyan Medardo Rosso 20.yüzyıl heykel sanatı üzerinde önemli etkiler bırakacak yapıtlar verirler.

1920'lerde bir tepki dönemi başlar. II.Dünya savaşı sonrasının düzen ve güvenlik anlayışı, birçok öncü (avangart) heykelcinin uslubunda önemli değişikliklere yol açtı. Alberto Giacometti, Jean Arp, Lipchitz, Henry Moore, Barbara Hepworh, Picasso, Julia Gonzalez ve Alexander Calder fantezinin ağır bastığı bir anlatım geliştirirler. Bu yıllarda metal, yaygınlıkla kullanılan malzemelerden biri haline geldi. Kendiliğindenliğine ve rastlantıya önem veren Peter Agostini, George Spaventa, Peter Grippe gibi sanatçılar ise balmumu ve kili yeğlediler.

20.yüzyıl heykel sanatı hem teknik hem malzeme hemde konu ve uslup açısından çok büyük bir çeşitlilik kazandı. Çağdaş akımların en belli başlıları ABD'li heykelci George Segal'in örneklerini verdiği çevresel sanat ile Gabo, Duchamp ve Alexander Calder'in öncülük ettiği kinetik sanat oldu.

En köklü ve evrensel sanat dallarından olan heykel sanatı konu ve yapılış amacı açısından üç grupta toplanır. 
  • Birincisi: Mimari yapıların görünen cephelerinde görsel güzellik açısından kabartma-rölyef olarak süslemeci bir amaçla yapılanlar. 
  • İkincisi: Görkemli ve büyük boyutlu kahraman, komutan, devlet adamı, savaş veya zaferleri ölümsüz kılmak için anıtsal amaçlı olanlar. 
  • Üçüncüsü: Sanatsal bir ifade aracı olarak estetik obje olarak yapılanlardır.
Heykel Sanatının Temel Dört Tekniği: 
  1. Yontma-Oyma Tekniği
  2. Modelleme-Biçimleme Tekniği
  3. Döküm Tekniği
  4. İnşa-Yapılandırma-Birleştirme Tekniği
Yontu Sanatında Yaygın Kullanılan Ahşap Türleri:
Abanoz, Şimşir, Ihlamur, Meşe, Gürgen, Armut, Çam, Ceviz Ağacı

Metaller arasında en yaygın kullanım : Bakır ve kalay karışımı olan tunç (bronz)

Heykel Sanatının en güçlü yanını Anıtlar oluşturur.

Yapımcılık Heykellerinin ilk örneklerini : Vladimir Tatlin vermiştir.

İlk Çağ'a ait olan en ünlü fildişi heykeli : Pheidas-Zeus

İnsanoğlu ilk heykel malzemesi olarak Kil kullanmıştır.

Barok heykel sanatı görselliğin ve gösterişin doruk noktaya çıktığı dönem olur. Bu dönemin en ünlü sanatçısı Gian Lorenzo Bernini'dir. (Dört Irmak Çeşmesi ve Aziz Terasa'nın Vecdi)

19.Yüzyılın ve Çağdaş-Modern heykelin öncüsü Auguste Rodin'dir. (Düşünen Adam, Havva, Calaisli Burjuvalar, Cehennemin Kapısı) 

Askeri heykel örneklerinin en önemlisi Toprak Heykeller veya Terracotta Askerler olarak adlandırılan MÖ 210 yıllarında yapılan İlk Çin İmparatoru Qin Shi Huang'ın mezarında bulunan heykellerdir.  Ülkemizde buna örnek olarak Atatürk ve Kurtuluş Savaşı heykelleri gösterilebilir.

Mimari

FELSEFE Ders Notları 2
Güzel Sanatlar
Mimari


Mimari, fiziksel mekanı, uygun ölçülerle doğru tasarlama, kurma sanatı ve bilimi olarak tanımlanır.

Mimarlık sanat olmaktan çok bilimdir…"Yapı Bilimi" Ünlü Mimar Frank Lloyd Wright mimari için şöyle der: "Mimarlık, biçim haline gelmiş yaşamdır."

Mekan bir boşluktur ve varlığımızı sarmalar. Mekansal hacim boyunca hareket eder, biçim ve nesneleri görür, sesleri duyar, esintiyi hisseder ve bahçede açan çiçeklerin kokusunu alırız. Mekan, ahşap ve taş gibi maddesel bir özdür. Ancak doğası itibariyle biçimsizdir. Mimariden aldığımız zevkin büyük bir kısmı gerçek mekanda gelir. Mekanın estetik boyutu son derece önemlidir. Mimar onu heykeltraş gibi biçimlendirir ve ortaya bir sanat yapıtı çıkarır.

Tüm fiziksel özellikler, mekanı ve mekan algısını tanımlamaya yetersiz kalmaktadır. Bu bağlamda ilk kulubeden, ilk mağaradan apartmanımıza, okula, çalıştığımız büroya kadar tüm mimari yapıtların, anlaşılabilmeleri ve yaşanabilmeleri için bizim var olmamıza, yani bir dördüncü boyuta gereksinmeleri vardır. Bu dördüncü boyut zaman'dır. Zaman faktörünün mimaride ve çizimde ayrı ayrı anlamları vardır. Resim sanatında dördüncü boyut bir nesneyi tanımlayan niteliktir.; bu izleyicinin hiç bir fiziksel katkısını istemeyen ve ressamın bir düzlem üzerine resmetmek için seçtiği nesnenin öğesidir.

Mimari Tasarımın fiziksel bileşenleri: Oran, Simetri, Hiyerarşi, Zıtlık

Ölçek: Herhangi bir şeyin boyutunun başka bir şeyin boyutuyla veya referans olarak alınan bir standart ile kıyaslanmasını gerektirir. Her tasarımın bir ölçeği vardır.  Bu ölçek, fiziksel boyutların oranını ve dengesini gösterdiği gibi tasarımın ait olduğu dönemin özelliklerini de gösterir.

Mekanı üretilmesi ve yaratılması arasında bir fark bulunmaktadır. Üretim daha çok zanaata dayanan bir eylemken, mekanın yaratılması ancak mekanın tasarlanması ile mümkündür.

Tasarım, bilgilerin biraraya getirildiği bir birleşim (sentez) evresidir. Tasarlama, yalnızca akılcılığa ve sayılara dayanan bir evre değil, estetik gibi öznel yargılara da yer veren bir evredir.

Mimaride Estetik: Bu kavramı, mimari tasarımın fiziksel bileşenleri ile tanımlama gerekir. Bu bileşenleri, mimaride oran, denge, simetri, hiyerarşi, eklemlenme, zıtlık, ritim olarak sıralamak mümkündür.

Oran: Bölümlerin kendi aralarında ya da tüm binaya göre karşılaştırılmasıdır.

Simetri: Kesin ve iyi tanımlanmış biçemsel sistemin kurallarına (geometri, fizik vb.) göre  gösterilebilen veya isbat edilebilen bir denge ve orantılılık kavramı olarak tanımlanır.

Simetri eksensel karakterli yapıların dengesidir.

Mimari denge biçimsel olmayan eksensiz mimarideki simetridir.

Eklemlenme: Bir biçimin yüzeylerinin onun şeklini ve hacmini tanımlamak için bir araya geliş tarzını anlatmaktadır. Eklemli bir biçim  , yüzeylerin kenarlarını ve bu kenarların birleştikleri köşeleri açık seçik gösterir.

Ritm: Belirli çizgilerin, şekillerin, biçimlerin ya da renklerin düzenli ve armonik bir şekilde kendini tekrar etmesine denir. 

Teknik ve bilinç mimarlığın iki ana kaldıracıdır. Yapı sanatı onların üstünde durur.

Taşıyıcı Sistem Elemanları: (Strüktürel Elemanlar) Bir mimari eserin inşasında yer alan bu elemanlar  mekan açıklıklarını geçmesi ve kendi yüklerini dikey destekler aracılığıyla binanın temel sitemine iletmesi için gerek duyulan elemanlardır. Bu elemanların boyutu ve oranı doğrudan doğruya üstlendikleri strüktürel görevlere bağlıdır ve bu nedenle  çevrelenmesine yardım ettikleri mekanların boyut ve ölçeğinin görsel bir belirteci olabilir.
Tüm binayı nitelendiren değerler kümesi: Ekonomik, Teknik, Mekansal, Dekoratif

Cilalı Taş Devrinde sık rastlanan malzeme türleri: Kerpiç, Granit, Kalkertaşı, Mermer

Çağdaş mimarinin iki büyük mekansal akımı : işlevselcilik ve organik hareket

Yüzyılın en tanınmış mimarlık tarihçilerinden Prof. Nikolaus Pevsner'e göre mimariyi yapıdan ayıran özellik taşıdığı sanatsal değerdir.

Paxton'ın Crystal Palace'ı modern mimarinin başlangıcı kabul edilir. 

Resim Sanatı

FELSEFE Ders Notları 2
Güzel Sanatlar
Resim Sanatı

Resim : İnsanın farklı malzeme ve teknikler kullanarak gördüğünü, düşündüğünü ortaya koyma isteği ile dış doğa ve kendi doğasını bir yüzey üzerinde buluşturma eylemidir denilebilir.

Resmin Temel Unsurları: Renk, çizgi, perspektif ve kompozisyonun önemini vurgulamak gerekir. Renk ve çizgi hem birlikte hem de kendi başına resmi oluşturabilir. Çizginin ve rengin tarihsel süreç içinde resim sanatı içindeki yeri ve önemi farklılıklar gösterebilir. Çizgi, kuşkusuz resim sanatında çok önemli bir elemandır, hareket duygusunu ifade eder, tanımlar.

Perspektif: İki boyutlu bir düzlemdeki nesneleri üç boyutlu gösterme tekniğidir.

Perspektif Yöntemleri

Çizgi perspektifi: En yalın anlatımıyla çizgi perspektifi, varsayılan yatay paraleller aracılığıyla uzağı ve yakını betimlemek, görünür kılmaktır.

Hava perpektifi:   Bir geometrik sisteme değil, renk, tonlama ve ayrıntılarının azalıp çoğalması ilkesine dayanır.

Resimde Plastik: Üç boyutlu bir görünüm elde etmek için biçimleri modle etmek (mekan içinde kendi hacimleriyle bir yer tutma izlenimini vermek) yoluna başvurulabilir. Modle/Modülasyon, resimde, nesnelerin ışık-gölge yoluyla boyutlandırılmasıdır. Burada rengin, ışık ve gölge yoluyla tonlaması devreye girer.

Resimde Ana Renkler: Mavi, Kırmızı  ve Sarıdır. Sıcak renkler (sarıdan kırmızıya), soğuk renler ise (yeşilden morun başlangıcına kadar) olan renklere denir.

Resimde Kompozisyon: Yüzeyin düzenlenmesi. Yüzeyin leke, nokta, renk , form, doku, doluluk, boşluk, ışık/gölge, oran/orantı, denge, hareket, düzen gibi plastik değerlerle organize edilmesidir.

Resimde sanatçının kendisini bir kimlik olarak göstermesi kendi imzasını atması 13.yüzyılda Erken Rönesans döneminde Giotto di Bondone ile başlamıştır. Bu dönemle birlikte resimler anonim olmaktan çıkmış, sanatçı resmi ile birlikte kendini göstermeye başlamıştır.

Rönesans döneminde aklın sanat üzerinde egemen oluşu, resimde, matematik ve geometrik kurgunun artması, aydınlık  ve karanlık alanların plastik etkiyi güçlendirecek şekilde kullanılması, değişen resim anlayışını vurgulamaktadır.

Resmin ön ve arka düzlemleri, daha akli ilkelere bağlanmış, bu ilkeler edinilen yeni bilgiler, deneyimler kayıt edilerek atölyelerde genç kuşaklara öğretilmiştir. Çizgi perpektifi ile hava perspektifinin kullanılması (uzaklaşan cisimler küçüldüğü gibi asıl renklerini kaybeder grileşirler) görme organının gördüğü dünyayı resim yüzeyinde yaratma çabası Rönesans sanatçısının temel arayışları arasında olmuştur.

Leonardo da Vinci'nin, "Resim, bir aynanın gösterdiği biçimde doğayı yansıtmalı." sözü, o dönemde nasıl bir resim anlayışının olması gerektiğini özetlemektedir.

Leonardo da Vinci, Michalengelo, Raphaelo gibi Rönesans döneminin usta ve farklı alanlara meraklı sanatçıları insan bedeni, doğa, bilim  gibi yaşama dair tüm alanlara ilgilenmiş ve resim sanatının ufkunu  da genişletmişlerdir.

Barok dönemle birlikte resim sanatında çoşku egemen olmaya başlamıştır.

Barok Resim, coşkunun, hareketin, an duygusunun sanata yansımasıdır.
Romantizm Akımı: Bu akım ile birlikte sanatçının kendisini ifade etme kaygısı ve "sanat sanat içindir" düşüncesi güç kazanmaya başlamıştır. Sanatçının içinde bulunduğu dramatizm, melankoli, duygu, Romantik dönem resminde, özellikle Caspar David Friedrick resimlerinde karşımıza çıkar.

Modernizm: Aydınlanma sonrası Batı kültürünün önemli tanımlarındandır. İnsan yaşadığı dünyaya hükmetmeye ve aklını kullanarak geçmişe oranla çok daha hızlı  ve farklı yaşam kurabilme becerisini geliştirmeye başlamıştır.

Empresyonizm: Doğanın biçim olarak değil, edinilen izlenimin fırçayla tuvale yansıması olarak algılanmıştır. Bu nedenle de "izlenim", form değil, biçimin gözde bıraktığı etki olmuştur.

Empresyonizmin kompozisyon anlayışı, "zaman"a karşı resmin oluşturulup bitirilmesine dayanır.

Fovizm: (Çiğrenkçilik) Ara renklere dokunmadan özellikle göze batan renklere dokunmadan özellikle göze batan renklerle ilgilenmiştir.

Realizmle birlikte sosyal olaylar resim sanatının konuları arasında yer almaya başlamıştır.

Kolaj: Düz bir yüzey üzerine gazete kağıdı, kumaş, fotoğraf gibi nesnelerin yapıştırılmasıyla ve bazen boya eklenerek uygulanan bir resim tenkniğidir. Kubizmle birlikte sanatsal bir teknik değerini kazanmıştır.

Tuval Üzerine Yapılan Resim Teknikleri: Yağlı boya ve Akrilik

Guaş: Su temellidir,  fırça ile çalışılır. Tüpte ya da küçük cam şişelerdedir. Su ile inceltilir, ancak suluboya gibi şeffaf değil, kapatıcı ve mat görünümlü bir boya türüdür.

Yüksek Baskı: Kullanılan kalıbın, en sıklıkla kullanılan malzemeler linol (kalın muşamba  türü bir çeşit zemin kaplama malzemesi) ve ağaç plakalardır, uygun oyma aletleriyle oyulup, oyulmayan bölümlere mürekkep verilerek baskı alınmasıdır.

Baskı Resim: Farklı malzemelerle çalışılıp çoğunlukla kağıt üzerine transfer edilen ve çoğaltılabilir yapısıyla diğer resim tekniklerine göre farklılık taşıyan zengin bir resim tekniğidir.

Portre: Resimde, çizimde ya da heykelde , ölü ya da sağ, gerçek ya da düşsel br kişinin bireysel özelliklerini betimleyen figürler,  portre olarak adlandırılır. Sanatçının kendi özelliklerini betimlediği türe ise "kendi portresi" (otoportre) denir.

Desen: Çizim de denir. Bir çok malzemeyle uygulanabilen bir anlatım biçimidir. Çalışılan yüzey üzerinde biçimlerin renk ve leke alanları yerine ağırlıklı olarak çizgilerle anlatılmasıdır. Başlı başına bir resimsel anlatım yolu olmasının yanında, desen,  aynı zamanda, nesnelerin resim haline getirilmeden önceki ön çalışmalarını da anlatan bir ifade biçimidir.

Edebiyat

FELSEFE Ders Notları 2
Güzel Sanatlar
Edebiyat


Edebiyat'ın Amacı: Romalı Şair Horatius'un edebiyatın amacının "zevk vermek" ya da "yarar sağlamak" olduğunu iddia etmesinden bu yana, edebiyatın temelde iki amacı olduğu görüşü yaygındır. Zevk vermek ve bilgilendirmek. Edebiyat metinleri, estetik bağlamda güzeli ortaya koyarak zevk verirken, taşıdığı iletilerle okuyucuyu bilgilendirebilmektedir.

Edebiyat Nedir? sorusuna bilinen en eski yanıtı Platon, Devlet diyaloğunda vermiştir. Platon, sanatın  mimesis olduğunu söylemiştir. Edebiyat dünyayı, insanları, yaşamı yansıtmaktadır. Genelde sanatın özelde ise edebiyatın bir yansıtma ve benzetme yada taklit olduğu, uzun süre kabul görmüştür. Platon'dan yüzyıllar sonra bile Fransız yazar Stendhal de sanatın bir yansıtmaolduğunu vurgularcasına, "Roman, yol boyunca gezdirilen bir aynadır." demiştir.

Sözlü Edebiyat Türlerinin Ortak Özellikleri: 
  • Sözlü olarak üretilir: Konuşan ve dinleyen arasında söylenerek aktarılır.
  • Doğal ürünlerdir: Toplumların içinden, kendiliğinde doğarlar. Bu nedenle toplumlarının adlarıyla anılırlar. Rus halk şarkıları, Japon halk masalları vs…
  • Anonimdir: Ortaklaşa üretilmiştir. Belli, tek bir yaratıcısı yoktur. Sonradan, derlenerek yazıya aktarılmıştır.
    Gelenekseldir: Kuşaktan kuşağa aktarılırlar.
  • Kalıplaşmıştır: Ezberlemeyi kolaylaştıran ve hatırlamayı sağlayan, kolayca dile gelen bir akışları vardır.
  • Çeşitlenmiştir: Her kuşak, kendine özgü anlatım öğeleri ekleyebilir, çıkarabilir ya da bunları değiştirebilir. Böylece bir anlatının küçük farklılıkları bulunan benzer bir çeşidiyle karşılaşılabilir.
Edebiyatın Gelişim Evreleri: 
Sözlü kültür ürünleri, Yazılı Kültür Ürünleri, Elektronik ortamda üretilen metinler

Yazılı Kültüre Dayalı Edebiyat : Yazının bulunmasıyla alanı genişleyen edebiyat eserlerinde teknik, bilimsel yada günlük dilden ayrı, yan anlamlara açık, yaratıcı düş gücüyle ilişkili, farklı bir dil dizgesi söz konusudur. 

Yazılı Kültüre Dayalı Edebiyatın Özellikleri:
  • Yazılı olarak üretilir.
  • Yapay ürünlerdir.
  • Belirli bir yazarı vardır.
  • Bireysel belleğe bağlıdır.
  • Kalıpları yoktur.
  • Metin değişmez.
Elektronik Ortama Dayalı Edebiyat: Elk. Ortamda üretilen edebiyat metinleri üzerine olumla ya da olumsuz yargılarda bulunmaksızın, metinlerin yapısını ortaya koymaya çalışırsak şu özelliklerle karşılaşırız:
  • Elektronik ortamda aktarılırlar. / Üretimden çok sunuç biçimi ön plandadır.
  • Sanal ürünlerdir.
  • Bireysel ya da ortaklaşa üretilebilirler.
  • Kaydedilebilir.
  • Değişkendir.
Dil: Edebiyat eserlerinin orataya çıkış biçimi ve türü farklı olsa da hepsi, dil kullanılarak üretilir. Edebiyatı diğer sanat dallarından ayıran en temel özelliği, dili kullanmasıdır. Ancak dil, yalnızca bir araç değil aynı zamanda amaçtır. Edebiyat ürünleri öncelikle dilsel ürünlerdir.

Metin: İletişim kurmayı sağlayan her ileti bir metindir. 

Okur: Her yazınsal metin de alıcısıyla yani okur'la buluştuğunda anlam kazanır.

Yazar: Yazılı metin üreten herkes denebilir fakat bu noktada edebiyat söz konusu olduğunda, dili doğru ve güzel bir biçimde kullanarak, özgün bir yazınsal metin üreten kişilere yazar denir. Yazar algıladığı gerçeği kendi iç dünyasında değiştirir onu yeniden yaratır.

Çağlar boyunca süregelen edebiyat ürünlerinin türlere ayrılarak incelenmesi Aristoteles'e kadar dayanır. Edebiyet ürünlerinin türleri, toplumdan topluma farklılık gösterir. Bir toplumda var olan türe, başka bir toplumda hiç rastlanmayabilir. Yine her toplumda görülebilen iki temel edebiyat türü bulunmaktadır: Şiir ve Düzyazı

Aristoteles şiirlerin dramatik yapısının temelde iki türede sunulduğunu söyler: 
Tragedya ve Komedya. 

Tragedya: Aristoteles'e göre diğer şiir türlerine göre daha üstündür. Aristoteles'in sözleriyle tragedya "Ahlaksal bakımdan ağır başlı, başı ve sonu olan, belli bir uzunluğu bulunan bir eylemin taklididir. " Tragedya Türkçede, trajedi ya da ağlatı sözcükleriyle karşılanmaktadır.

Komedya: Aristoteles şöyle söyler "Komedya, ortalamadan daha aşağı olan karakterlerin taklididir; bununla birlikte komedya, her kötü olan şeyi de taklit etmez; tersine "gülünç olanı" taklit eder."

Pastoral Şiir: Pastoral şiirler, doğaya karşı duyulan sevgiyi hatta imrenmeyi kır yaşamının dinginliğini, temizliğini, çobanların aşklarını anlatan şiirlerdir. Bugün, "pastoral" sözcüğünün anlamı  genişlemiştir. Sadece şiir değil,  her eser, pastoral bir anlayışla üretilebilir.

Lirik Şiir: Eski Yunan sözlü geleneğinde lir (lyra) adı verilen bir çalgı eşliğinde söylenen şiir türü ise lirik şiir olarak adlandırılır. Lirik şiirler, müzik eşliğinde söylenen çoşku dolu ezgili şiirlerdir.

Didaktik Şiir: Lirik şiir'in aksine duygunun değil düşüncenin zevk vermekten çok bilgi vermenin önemsendiği şiir türüdür. 

Epik Şiir: Tarihsel bir olayın düş gücüyle süslenerek anlatıldığı epik şiirler için Türkçede destan sözcüğü kullanılmaktadır.

Eleştiri: Bir sanat eserini olumlu olumsuz, tüm yönleriyle ele alarak değerlendirmek ve o eserin sanatsal değeri üzerine gerekçelendirilmiş bir yargıda bulunmaktır.

Edebiyat Eleştirisi: Edebiyat eserine farklı açılardan bakarak sunulmaktadır. Edebiyat metnini oluşturan öğeleri temel alarak, edebiyat eleştirisinin yöntemleri şöyle başlıklandırılabilir:
  • Yazara Dönük Eleştiri
  • Esere Dönük Eleştiri
  • Okura Dönük Eleştiri
  • Dış Dünyaya ve Topluma Dönük Eleştiri
Kurmaca Metin: Metnin üreticisi yazar, kendi düşlemiyle var olan gerçekliği yeniden kurar ve kendi özgün evrenini yaratır. Yazarın ortaya koyduğu bu yeni gerçekliğe kurmaca metin denir.  Kurmaca, yaratıcı, düş gücünün eseridir. Romanlar, öyküler, dramatik yapıdaki metinler, birer kurmaca metin örnekleridir.

Hikayelerde Maupassant ve Çehov Tarzı
Hikayelerde genelde, giriş-gelişme-sonuç örgüsü izlenmiştir. Bu metinlerde olaylar önemli olduğundan metin değerlendirilirken serim-düğüm-çözüm  aşamalarından söz edilir. Hikayede anlatılan kişiler ayrıntılı olarak verilir. Hikaye, sona erdiğinde olaylar bitmiştir. Bu tarz hikaye anlatımı Maupassant tarzı olarak bilinir.

Hikaye anlatımının olaylar üzerine kurulu yapısının yanına zamanla, kısa anların aktarılması da eklenmiştir. Dünya, kişiler, durumlar, görece soyut bir anlatımla okuyucuya sunulamaya başlanmıştır. Dolayısıyla her okur, anlatılanlar hakkında farklı yorumlarda bulunabilir. Bu tarz anlatım Çehov tarzı olarak adlandırılmıştır. Rus, tiyatro oyunu ve öykü yazarı olan Anton Pavloviç Çehov eserlerini 1880'li yılların sonunda vermiştir.

Yaygın kullanılan adıyla şehir efsaneleri söylence türüne örnektir.

Menkıbeler dinle ilgili kişilerden kaynaklanan olayları anlatırken toplumun kutsal değerlerini göz önüne sermektedir.

Roman türünde gerçekcilik egemen olduğunda romantikler, söz söylemek için yeni bir metin türünü hikayeyi yaratmışlardır.

Deneme, gezi, mektup,  anı, günlük vb. kurmaca olmayan metinlerdir.

Sanat ve Sanatın Sınıflandırılması

FELSEFE Ders Notları 2
Güzel Sanatlar
Sanat ve Sanatın Sınıflandırılması


Güzel Sanatlar kavramı Batı'da Aydınlanma hareketiyle birlikte 18.yüzyılda "icat" edilmiş bir kavramdır. Sanat tarihinde ilk kez 18.yüzyılda sanat ile zanaat arasında bir ayrım yapılmış ve sanatın tanımı, türleri, sınıflandırılması bu ayrıma dayanılarak temellendirilmiştir.

Zanaat: Zanaat insanın maddi gereksinimlerini karşılamak için yapılan, öğrenimle birlikte deneyim, becelik ve ustalık gerektiren iş olarak da tanımlanabilir. Bu tanım gereğince, beceri ve ustalık gerektiren iş olarakta tanımlanabilir. Zanaat durağandır. Gelişime açık değildir, klişedir, kolay kolay değişmez çünkü usta değişmez. Esas ilkesi renkler ve zevkler tartışılmazdır. Eleştiri yoktur. 

Sanatı tanımlamak ise kolay değildir…Özel anlamda sanat yada modern sanat kavramı Aydınlanma sonrası sanayileşen kapitalizmle ve çağdaş demokrasinin güncel biçimlerini kazanmaya başladığı bir dönemde elde edilen bireysel hak  ve özgürlüklerle ortaya çıkmış bir kavramdır.

20.yüzyıl sanatının önde gelen isimlerinden birisi olan İspanyol ressam ve heykeltraş Pablo Picasso'ya "Sanat Nedir?" diye sorulduğunda, şu yanıtı verir: "Benden sanatın ne olduğunu söylememi bekliyorsunuz, bunu bilseydim kendime saklardım!" Her ne kadar Picasso ne olduğunu bilmediğini açıkca itiraf etse de sanatın, gerçeği anlamamızı saplayan yalan olduğunu söyler. Picasso ile aynı kanıda olan bir başka kişide  "Hakikat yüzünden ölmemek için elimizde sanat var, sanatın özü belli türden bir yalandır." diyen ve yaşamı katlanabilir kılan tek şeyin sanat olduğunu söyleyen ünlü Alman düşünür Nietzsche'dir. Hem bir sanatçı hem de bir filozof olan Jean Paul Sartre'a göre de sanat eseri gerçekdışı bir şeydir çünkü sanatın alanındaki güzel (estetik) kışkırtılmış bir hayaldir.

Yansıtma Kuramı: Sanat tarihinin bilinen en eski ve köklü sanat kuramıdır. "Sanat Nedir?" sorusuna verilen ilk yanıt, sanatı bir yansıtma, benzetme yada taklit (mimesis) olarak görme eğilimdedir. Yansıtılan, benzetilen, taklit edilen şey ise doğadır, hayattır, insandır; kısacası adına gerçeklik dediğimiz her şeydir. Kuramın özü sanatın gerçekliği yansıttığıdır fakat her sanatçının, düşünürün gerçeklik kavramından anladığı şey farklı olduğu içindir ki tek bir yansıtma kuramından değil, tarihin farklı dönemlerinde geliştirilip, yorumlanarak günümüze gelen farklı yansıtma kuramlarından söz edilebilir.

Platon'a göre sanat ve sanatçı, kopyanın kopyasını sunmaktadır. Bu nedenle de değersiz olarak nitelendirilip dışlanmaktadır.

Platon'a göre bir idea olan ve ahlakla ilişkisi nedeniyle büyük önem taşıyan "güzel-güzellik"  konusu sanatın, sanatçının eline bırakılmayacak kadar ciddi bir konudur ve  felsefenin, dolayısıyla filozofun ilgi alanı içinde kalması gereklidir. Platon'un sanata ve sanatçıya ilişkin bu kuşkucu, olumsuz yaklaşımının yüzyıllar boyunca etkili olduğu için önemli olduğu söylenebilir.

Aristoteles iiçin sanat hayatın olduğu gibi kopya edilmesidir.

Aristoteles'e göre sanat, ideaların bilgisini sunabilecek yeterliliktedir; sanattan elde ettiğimiz bilgi geneli  ya da özü yansıtan kalıcı, değerli bilgilidir. Olanı olduğu gibi anlatmak tarihin işidir, oysa sanat yalnızca olanı değil olabilecek olanı da anlattığı için daha değerlidir.

Sanatı yansıtma kuramının 19. ve 20. yüzyıllardaki karşılığı olan gerçekcilik (realizm), ardından  da Marksist estetik oldu. 19.yüzyılın ortalarında romantizme bir tepki olarak doğan gerçekcilik de sanatın yansıtma olduğu ilkesiyle hareket ediyordu. Gerçekci sanatın edebiyattaki en önemli isimlerinden birisi olan Stendhal'e göre roman, yol  boyuncu gezdirilen bir aynadır. Bu aynaya yansıyan ise ideal insanın ideal dünyası değil, tüm çıplaklığıyla, olumlu- olumsuz tüm yönleriyle içinde yaşadığımız gerçek hayattır. Resim sanatında gerçekciliğin öncüsü ressam Gustave Courbert'in  "Ben hiç melek resmi yapmadım çünkü hiç melek görmedim." sözü de gerçekciliğin sanata nasıl baktığını özetler niteliktedir.

Sanatın yansıtma olduğunu kabul eden Marksist estetik iki dönem ayrılır. 1934'e kadar olan birinci dönem ve toplumcu gerçekcilik kuramının kabul edildiği ikinci dönem.

Marksist estetiğe göre, sanat, bilinçli ya da bilinçsiz olarak toplumdaki egemen sınıfın ideolojisini yansıtan bir olgudur. Sanat belli bir tarihsel dönemdeki toplumsal sınıfların çıkarlarını yansıtan bir ideolojidir.

1960'lı yıllardan itibaren yaygınlık kazanmaya başlayan anlayışla birliktte Marksist estetik te yeniden yorumlanmıştır. Bu yorumlar içerisinde, özellikle Louis Althusser ideoloji sorununa yaklaşımı önemlidir. Althusser'e göre, toplumsal gerçeklik yalnızca ekonomiye indirgenerek açıklanamaz.

Ekonominin yanı sıra, ideolojik ve politik düzlem de belirleyicidir ve bunların her birinin görece bir özerkliği vardır. Althusser, ideolojiyi ve politik düzlemde belirleyicidir ve bunların her birinin görece bir özerkliği vardır. Althusser, ideolojiyi sıyut birtakım fikirler olarak görmez,  tam tersine ideolojiye, somut maddi bir nitelik yükler. Klise, okul, aile, siyasi parti gibi kurumları "ideolojik aygıtlar" olarak adlandıran Althusser, ideolojik söylemlerin bu kurumlarda üretldiğini ve medya aracılığıyla topluma sunularak, bir yanılsama ağı örüldüğünü düşünür.

Sanatı bir ayna olarak gören yansıtma kuramı için önemli olan dış dünyanın, akıp giden hayatın, insanın ve toplumun yansıtılması iken, sanatçının iç duyguları ve iç dünyası önemsenmez.

Romantizm: Her şeyi akılcılığa indirgeyen dünya görüşüne karşı başkaldırının sanat alanındaki karşılığı olarak görülebilir. Romantizm ile birlikte sanat gerçeği yansıtan bir ayna olmaktan çıkar ve sanatçının iç dünyasına, ruhuna açılan bir pencereye dönüşür. "Sanat Nedir?" sorusunun yeni karşılığı, sanatçının duyguları ile bu duyguların anlatımı ya da kısaca anlatımcılık (expressionism) dir.   

Anlatım olarak sanat iki başlık altında incelenebilir. Bunlardan ilki yaratma olarak anlatımcılık, ikincisi ise aktarım olarak anlatımcılıktır.

Amerikalı ressam Albert Ryder "Eğer sanatçının kendi fırtınasını içermiyorsa, biçim ve renk bakımından aslına sadık bir fırtına bulutunun resmini yapmanın ne yararı var?" diye sorar ve onun bu sorusu aynı zamanda sanatın bir yansıtma değil anlatım olduğunu ifade eder.

Yaratma olarak anlatımcılık: Anlatım adlandırma değildir, sanatın özünü yaratıcılıkta, yaratma eyleminde bulur. Duyguyu adlandırmak yalnızca genellemeye yol açan bir sınıflandırmadır. Anlatımda ise bireyselleştirme sözkonusudur. 

Aktarım olarak anlatımcılık: Sanat eserinin alımlayıcısı (okur, izleyici, dinleyici vb.) ile sanatçı arasında bir ilişki kurmaya çalışır çünkü sanatçının duygularını ifade etmesi sanatın ne olduğunu açıklamak için yeterli değildir. 

Biçimci Kuram: Sanat eserinin dış dünyadan da, sanatçıdan da, sanatın alımlayıcısından da bağımsız, kendi başına yeterli bir yapı, dizge yada düzen olduğunu savunan anlayıştır.

Günümüzde yapılan Sanat Sınıflandırması:
  • Pratik Sanatlar (endüstriyel)
  • Güzel Sanatlar 
Geleneksel Sınıflandırmadan farklı olarak Çağdaş Sanat Sınıflandırması:
  • Yüzey Sanatları
  • Hacim Sanatları
  • Dil Sanatları 
  • Ses Sanatları
  • Hareket Sanatları
  • Dramatik Sanatlar
Toplumcu Gerçekcilik: Rusya'da ortaya çıkan toplumcu gerçekcilik sanatın ne olduğundan çok ne olması gerektiğine yanıt vermeye çalışır. Toplumcu gerçekciliğe göre sanat bir yansıtmadır ve yansıtılan gerçeklik, toplumun gerçekliğidir, toplumsaldır. Toplumcu gerçekciliğe göre sanat yalnızca toplumdaki çürümeyi, yozlaşmayı, çöküşü değil aynı zamanda yeni bir toplumu ve kültürü yaratabilecek sınıfın doğuşunu  da yansıtmaktadır. Önemli olan şu anki gerçekliği bilmek değil, bunun nereye doğru gittiğini bilmektir.