Fransız Ve Alman Tarzı Vatandaşlık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor.
Fransız Ve Alman Tarzı Vatandaşlık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor.

Vatandaşlık, Ulus-Devlet ve Küreselleşme

FELSEFE Ders Notları
Vatandaşlık, Ulus-Devlet ve Küreselleşme - İnsan ve Toplum

Eski Yunan’da Vatandaşlık: Bir siyasi katılım biçimi olarak ilk uygulama imkanını Antik Yunan kent devletlerinde bulmuştur. Antik Yunan’da vatandaş olmak herkese açık bir hak değil, aksine bir tür imtiyaz sahibi olmak anlamına geliyordu.

Modern Ulus Devlet ve Vatandaşlık: Tüm özellikleriyle değerlendirdiğimizde vatandaşlığın kurucu unsurları, ulus devlet sınırları içerisinde geçerli olmak üzere haklar, katılım ve mensubiyettir. Feodal dönem ve Antik Yunandaki vatandaşlık anlayışından farklı olarak, ulus-devlete dayalı modern vatandaşlık, birey-devlet arasındaki ilişkileri soya veya kabileye dayalı olarak değil, birey temelinde kurgulamıştır.

T. H. Marshall, İngiltere örneğinden hareketle geliştirdiği yurttaşlık kuramında, yurttaşlığın sivil, siyasal ve sosyal boyutlardaki gelişimini ortaya koymaktadır.

Modern vatandaşlığın ortaya çıkışındaki esas itici güç Fransız Devrimi’dir. Modern vatandaşlık kavramı bir ulus-devlete üyeliği içerir.

Modern ulus-devlet ideal olarak toprak sınırları belli olan ve bu sınırlar dahilinde meşru yetkilerini kullanan bir oluşumdur. Ulus devlet, kökenleri 1648’de imzalanan Westfalya Anlaşması’na dayanır.

Genel bir kural olarak vatandaşlık bir statü olarak sürekli, ayrıcalıklı ve doğrudan/dolaysız bir durumdur. Devlet doğumla kazanılan vatandaşlığı geri alamamaktadır (süreklilik); yine kural olarak vatandaşlık çoğu durumda sadece bir devlet için söz konusu olmaktadır (ayrıcalıklık); ve başka hiçbir siyasal kurum, yönetici veya grubun vatandaş-devlet ilişkilerinde araya girmesi söz konusu olamaz (doğrudanlık veya dolaysızlık).

Modern Vatandaşlık: Rasyonel ve özerk olduğu, siyasi katılım ve denetim yetenekleri olduğu varsayılan özgür bireyler ve onların yarattığı siyasi kurumlar üzerinde temellenmiştir.

Ulusallık: Bir siyasal topluluğun aynı zamanda kültür, dil, adetler ve karakter bakımından türdeş özellikler göstermesi gerekliliğine işaret etmektedir.

Ulus-devlet içindeki vatandaşlık: Ulusal bir topluluğun üyesi kimliğiyle kimin içeride kimin dışarıda olduğunu belirler. Vatandaşlık hem evrensel hem de ayrımcı prensipleri içinde barındıran tuhaf bir dâhil etme şeklîdir. Ulus-devlet içinde herkese üyelik sağlamayı öngördüğü için evrenselcidir ancak bunu sadece belli bir toprak sınırları içinde belli etnik ve kültürel grubu tanımlayarak yaptığı için de ayrımcı, seçici ve eleyicidir.

Fransız Ve Alman Tarzı Vatandaşlık: Fransa’da uygulanma olanağı bulan doğum yeri esasına göre veya Almanya’da ortaya çıkan kan bağına dayalı olarak kazanılabilir.Fransa’da ulus, devletin kurumsal ve teritoryal çerçevesiyle ilişkili olarak kavranmış; ortak kültürün değil, siyasal birliğin vatandaşlığı oluşturduğu düşünülmüştür. Fransız vatandaşlık anlayışı evrenselci, akılcı ve devlet merkezci olmuştur.

Alman Vatandaşlık Anlayışı: Tikelci, organik, farklılaşmacı ve etnik merkezlidir.  Fransız tarzı vatandaşlıkta, Cumhuriyet’in ilkelerine bağlı olduğunu bildirmek, vatandaşlığın ve daha sonraki biçimsel koşulların gerçekleştirilmesinin önkoşuluydu.  Alman ulus-devletine üye olmanın tek koşulu etnik olarak Alman ırkına ait olmaktan geçiyordu.

Ulus Devlette İki Siyasal Gelenek: Liberal Ve Cumhuriyetçi Vatandaşlık
  • Liberal vatandaşlık anlayışında bireyler kamusal düzeyde eşit haklarla donatılmıştır.  
  • Cumhuriyetçi vatandaşlıkta ise birey, ulusal siyasal topluluğun bir parçası olması nedeniyle parçalanamaz bir biçimde kamu düzenine aittir.  
Aralarındaki en temel fark, liberal vatandaşlık anlayışının “statü”, cumhuriyetçi vatandaşlık anlayışının ise “pratik” olarak vatandaşlık anlayışına dayanmasıdır. 

Göçmenlik, Vatandaşlık Ve Toplumsal Tabakalaşma  
Halfman göç olgusunun, modern ulus-devlette iki temel problemin kaynağı olduğuna işaret etmektedir: sosyal sistemlerdeki herhangi bir üyelik biçiminden dışlanma riski ve ulusal olarak tanımlanan vatandaşlar topluluğundan dışlanma riski.

Morris’e göre, hiyerarşiye yol açan tabakalı vatandaşlık sisteminde, bazı yurttaşlar verilmiş olan haklara ulaşma noktasında resmi olmayan engeller ve yoksunluklarla karşılaşmaktadır.

“Kurumsal ırkçılık” kavramı ABD’de 1964 sonrasında Sivil Haklar Yasası yürürlüğe girdikten sonra ortaya çıkmıştı.  Kurumsal ırkçılık fikri, ırkçılığın toplumun yapılarına sistematik olarak nüfuz ettiğini öne sürmektedir.

Kurumsal ayrımcılık, etnik ve dini azınlık ve göçmenlerin toplumun çoğunluğu için mevcut olan aynı haklara ve fırsatlara ulaşmalarını engelleyen, kurumlardaki rutin yaklaşım ve davranış kalıplarına işaret etmektedir.

Göçmenler açısından göç edilmiş olan ülkenin tabiiyetine geçmek, göçmen ve çocukların sosyal, siyasal ve sivil hakları kullanmasını engelleyebilecek olan ayrımcı uygulamalar ve şiddetten korunmayı otomatik olarak sağlayamamaktadır.  Sonuç olarak Jan Pakulski modern vatandaşlığın marjinalleştirmek, damgalamak ve asimile etmek gibi etkiler yarattığını belirtmiştir.

Ulus Devletin Göçmenlere Yönelik Politikaları 

Eritme Potası (Melting Pot): Azınlık kültürün hakim kültür egemenliğindeki çözülmesinden çok; hâkimiyeti oluşturan tüm kültürel yapıların evrim geçirerek, yeni bir kalıp içinde karışmasını ve yeniden oluşmasını ifade etmektedir.

Asimilasyon: Toplumdaki çeşitli azınlık grupların “devlet politikalarının zorlanması yoluyla” kültürel olarak çoğunluğa benzetilmesi süreci olarak tanımlanmaktadır.

Somersan “doğal asimilasyon” yönünde yargıların bulunduğunu da naklederek ancak bunların yanıltıcı olduğunu; oysa kitlelerin asimilasyonu kanıksaması durumundan söz edilebileceğini ima ediyor. Somersan “zorunlu uyum” terimi üzerinde de durulması gerektiğini belirtmektedir: “Zorunlu” uyum kavramı önemli; çünkü çoğu siyasetçi ve sosyal bilimci, işin zorunluluk boyutuna değinmekte veya yeterince vurgulanmamaktadır. 

Bütünleşme veya Entegrasyon:,Göçmen veya yerli halkların kendi istekleri ile çoğunluk kültür ve topluma uyum göstermesi ve çoğunluk toplumun normlarını, değere düşünce kalıplarını benimsemesi olarak tanımlanır.

Çok kültürcülük Parekk’e göre ‘Çokkültürlü toplum’ terimi bir olgu olarak kültürel çeşitliliğe işaret eder, ‘çokkültürcü’ terimi bu olguya yönelik normatif bir tepkiyi dile getirir”.

Çokkültürcülük, Kanada, Avustralya ve Amerika gibi ülkelerde kültürel çeşitliliğin olumlu karşılanmasını ve yüceltilmesini ifade etmektedir. Farklı grupların asimilasyonuna ve toplumun homojenleştirilmesine karşıdırlar.

Küreselleşmenin getirdiği toplumsal dönüşümler ve buna bağlı olarak ortaya çıkan çoğul kimlikler ve ulus ötesi kurumların artan rolü sonucu her geçen gün daha da artan farklılaşmış kimlikler yaşadığımız dünyanın bir gerçeği haline gelmiştir. İşte çokkültürcülük ve yeni vatandaşlık tartışmaları da bu zemin üzerinde yeşermeye başlamıştır. Bugün, çokkültürcülüğün merkezi değerleri üç ilke ile özetlenmektedir.

Çokkültürcülük kavramı ilk kez 1971 yılında Kanada Hükümeti tarafından ve bir siyaset biçimini ifade etmek üzere kullanılmıştır.   

Bugün, çok kültürcülüğün merkezi değerleri üç ilke ile özetlenmektedir.
  • Birinci ilke, “kültürel çeşitliliğin tanınmasıdır. Bu ilke, çokkültürcülüğün yetkin kuramcılarından biri olan Charles Taylor tarafından “Tanınma Politikası” olarak adlandırılmıştır. 
  • İkinci önemli ilke, “toplumsal eşitlik”tir.  
  • Üçüncü ve son ilke, “toplumsal bütünleşme’dir.
Küreselleşme Ve Yeni Vatandaşlık Teorileri

Ulus-Sonrası (Post-National) Vatandaşlık: Ulus-sonrası yurttaşlık anlayışı, hakların sosyal statü, etnik köken, renk, inanç, cinsiyet gibi özelliklere bakılmaksızın evrensel insan hakları çerçevesinde tüm insanlığa yaygınlaştırılması gereğinin kavramsal boyutunu teşkil eden insan hakları doktrininden yola çıkmaktadır.

Küresel Vatandaşlık: Falk'a göre ekonomik güçlerin küreselleşmesi beraberinde evrensel kimliğin oluşmasında rol oynar. Küresel vatandaşlığı, bölgesel siyasi birlikteliklerin oluşmasına bağlayabiliriz. Son olarak, küresel vatandaşlık 1980’lerde sosyal hareketlere yol açan uluslararası aktivizmle de ilişkilendirilebilir.   İşte küresel vatandaşlığın son zemini de küresel duyarlılıktır. Küresel vatandaşlık belirli bir bölgenin sorumluluğundan öte kürenin sorumluluğunu bireye yüklemektedir.

Ekolojik Vatandaşlık: Van Steenbergen'in ifadesiyle ekolojik vatandaşlığın kapsayıcı bir özelliğe sahip olması hem insan hem hayvan haklarını savunması ile açıklanabilir. Bazı ciddi ekolojik problemler küremizi tehdit edecek boyuta ulaştı. Bu da dünya vatandaşlarına sınırlar ötesi bir sorumluluk yükledi. Böylece vatandaşlığın ulusal sınırların dışında tanımlanması ihtiyacı doğmuş oldu.

Küresel ve ekolojik vatandaşlıkta görüldüğü gibi geleneksel vatandaşlık yeni gelişmeler veya sorunlar nedeniyle coğrafi / ulusal açıdan değişmeye başlamıştır. Çünkü vatandaşlığın ulusal ve coğrafi sınırların ötesinde tanımladığı bir döneminden geçiriyoruz.

Çokkültürlü Vatandaşlık: Hakların ve taleplerin ve taleplerin küresel çağda nasıl çeşitlendiğini ortaya koymaktadır. Azınlık haklarını bu bağlamda değerlendirebiliriz.    

Kymlicka’nın çokkültürlü toplum projesini dayandırdığı çokkültürlü yurttaşlık fikri şu haklardan oluşmaktadır:  Özyönetim hakları, Çoketniklilik hakları, Özel temsil hakları 

Avrupa Vatandaşlığı: Ulus-devletin dışında ve ötesinde bir vatandaşlık yaratılmasını amaçlayan ilk ve tek deneyimdir.

1 Kasım 1993 tarihinde yürürlüğe giren Maastricht Antlaşması ile yasallaşan Avrupa yurttaşlığı politikası, bir Avrupa kimliği yaratılması yolundaki en önemli adım olarak kabul edilmiştir. 1997 tarihli Amsterdam Antlaşması ile tanınan haklardan en önemlisi, AB kurumlarına herhangi bir resmİ Avrupa dili ile yapılan başvuruda aynı dilde cevap almaktır.  

Avrupa vatandaşlığı klasik anlayışın coğrafi ve hukuki boyutlarıyla nasıl değiştiğini göstermektedir. Çünkü bu vatandaşlık kipi ulus ötesi bir zemin önermekle coğrafi, değişik yerlerde yaşayan farklı kültür ve kökenlere bağlı insanlara aynı statüyü tanıdığı için hukuksal (statü) bir açılım sağlamaktadır.

“Akademik hareketlilik” kişilerin sosyalleşme yoluyla kendilerini Avrupalı olarak hissetmeleri için tasarlanmıştır.  Lizbon Anlaşmasında, AB üyelerinin vatandaşlarının “aynı zamanda” AB vatandaşı da oldukları ileri sürülmektedir. Böylece “Avrupa yurttaşlığı ulusal yurttaşlıkların bir tarafa bırakılması anlamına gelmemektedir” düşüncesi geçerliliğini korumaktadır.

Martiniello’ya göre, Avrupa yurttaşlığı ilkesi ile amaçlanan, Avrupa'nın siyasi ve sosyal bütünleşmesini değil, iç pazarın sorunsuz işleyişini sağlamaktır. Avrupa bütünleşmesi projesinin babası Jean Monnet’dir.