Felsefe Ders Notları 3 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor.
Felsefe Ders Notları 3 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor.

Estetik ve Sanat Felsefesinde Temel Konular

FELSEFE Ders Notları 3
Estetik ve Sanat Felsefesi
Estetik ve Sanat Felsefesinde Temel Konular


Günlük hayatımızın da içinde olan "estetik" kelimesi felsefede özel bir araştırma alanının adıdır. "Estetik" kelimesi Yunanca "duyular yoluyla algılama" anlamına gelen aisthanomai kelime­sinden gelmektedir. Aisthesisde algı, duyum anlamında kullanılmıştır. "Estetik" kelimesi özünde duyularımı­zın, algılarımızın ortaya koyduğu bilgi anlamında kullanılmış bir epistemolojik ke­limedir.  Akıl yoluyla ulaşılan bilgiden farklı olarak değişen dünyaya dair bildikle­rimizi ortaya koyar. 

Alexander G. Baumgarten, "Aesthetica" adlı yapıtıyla estetiği bir bilim olarak ele alan ilk felsefecidir. Baumgarten rasyonalistlerin kullandığı "akıl yoluyla açık ve seçik olarak bilinen" ve "du­yular yoluyla açık ve seçik olarak bilinemeyen" kavramlar ayrımını temel alarak es­tetiği açık ve seçik olmayan bir bilginin yani duyusal bilginin bilimi olarak tanım­lamıştır. Açıklık ve seçiklik rasyonel bilginin ölçüsüyken açık ve seçik olmamak (bulanık olmak) duyusal bilginin (estetik bilginin) ölçüsüdür. İşte duyusal bilginin mantığını araştıran alanın adı da estetiktir.

Estatik mi Sanat Felsefesi mi?
Metafizin çerçevede "Güzellik Nedir?" sorusu ilk defa Platon'la birlikte sorulmuştur. Platon'un, ontolojik - epistemolojik boyutu olan idealar öğretisine göre, ideaların sıralamasında en üstteki idea iyi ve güzel ideasıdır. Estetik, sanat felsefesini de içine alan geniş bir araştırma alanıdır.
Felsefi bir estetik, güzel, hoş, narin, duygusal, zarif, gösterişli, çirkin, yüce, çocuksu gibi pek çok özelliği, sanatçı - sanat yapıtı - izleyici ilişkisini ve genel olarak sanatın niteliğini araştıran felsefenin bir alanını tanımlar.

Güzellik
Platon'da güzel olan yalnızca "Güzel İdeası"dır. Güzel İdeası dışında güzel olan her şey hep belirli bir açıdan, belirli bir zamanda güzeldir ya da bir başka şeyle karşılaştırıldığında güzeldir.

Güzelin ele alınışı aslında Platon'dan daha öncesine dayanır. Örneğin M.Ö. 6. Yüzyılda yaşamış olan Yunan­lı filozof Pythagoras Platon'un yaptığına benzer bir şekilde güzel olanı kendi evren anlayışının bütünü içerisine yerleştirmiştir. Ona göre en güzel şey uyumdur. Pytha­goras, evrenin adeta bir müziğinin, melodisinin olduğuna inanmış, gökyüzündeki yıldızların, ayın, güneşin dans ederek dönerlerken uyumlu bir ses çıkardıklarını id­dia etmiştir. İşte bu da ona göre güzel olandır.
Antik Yunan'da "güzel" kavramı ile "iyi" kavramı bir tutulur. Bunun için kullanılan sözcük: kalokagathia (kalos: güzel, agathos: iyi).

Aristoteles'te güzel üzerine detaylı bir araştırma yoktur. Yi­ne de güzellikle ilgili ondan öğrendiğimiz şey güzelin belli bir büyüklükle ilgili ol­duğudur. Buna göre, "çok büyük" ve "çok küçük" olan, yani kavrama gücümüzü aşan bir şey güzel olamaz. Bu görüşü önemsediğimizde, güzelin orantıyla ilgili olduğunu, matematiksel olarak belirlendiğini kabul etmemiz gere­kir. Aslında bu görüş Aristoteles'e hocası Platon'dan geçmiştir. Platon da son dönemlerinde Pythagorasçılardan etkilenerek güzeli matematiksel bir kavram gibi ele almıştır. Buna göre güzellik ölçülebilir bir şey olmuştur. Örneğin, bir çem­ber kendi başına güzeldir. Şimdi Aristoteles de güzellik konusunda Platon'dan et­kilendiğine göre Antik Yunan'daki güzellikle ilgili yaygın anlayışın kökeninin Pythagorasçılara dayandığını rahatlıkla söyleyebiliriz ki ölçülebilen güzellik görü­şü çeşitlenmekle birlikte günümüzde de hâlen korunmaktadır. 

Felsefeci ve Teolog Tertullianus güzeli şeytani bir şey, şeytan tarafından tohumları atılmış dünyevi arzuların gizli bir yanıltmacası, başka bir deyişle şeytanın bir oyunu olarak tanımlar.

Platinos'a göre, güzellik ilahi olanın yeryüzündeki tezahürü / görünümüdür. Augustinus'a göre, bir kimsenin ruh ve beden güzelliğine yaklaşması gerekir.

Yirminci yüzyıla felsefeciler güzel problemini kavramsal çözümleme problemi olarak ele almaya başlamışlardır. 

Çağdaş estetistikçilerden Guy Sircello güzelin ilkelerinin bulunabileceğini iddia ederek yeni bir güzellik kuramı ortaya atmıştır.

Sircello'ya göre hiç bir özellik kendi başına, genel olarak güzel değildir. Belirli bir nesneye uygulandığında ancak bir güzel olabilir.

1975'te yayınlanan "Yeni Bir Güzellik Kuramı" adlı yapıtında Sircello ağırlıklı olarak "renk güzelliği"ni araştırmıştır. Ona göre, limonun ekşiliği, tuvalet kokusu, sümüklüböceğin yapışkanlığı gibi örnekleri niteliksel derece özellikleri olarak kabul edilir.

Alexander Nehamas'ın tam bir tanım ni­teliğinde olmasa da güzele dair yorumuna kısaca bakarak bu bölümü tamamlaya­lım. Ona göre güzel, bir "mutluluk vaadidir". Bu ifadeyi Baudelaire'den almış olan Nehamas'a göre "mutluluk vaadi" şu anlama gelmektedir: Biz bir nesneyi bizi ken­disiyle ve ilgili nesne ağıyla süre giden bir uğraşın içine çektiğinde güzel buluruz. Bu ağlar kişiseldir ve evrensel geçerlilik beklentisini karşılamazlar. Ancak Nehamas'a göre mutluluk vaadi yine de sanat deneyimi için vazgeçilmezdir.

Sibley'e göre bir eseri estetik olmayan özelliklerden yola çıkarak tasvir etmek estetik özelliklerle ilgili bir tasvire yol açmaz. Ancak eserin estetik özelliklere sahip olduğu iddiasını desteklemek için estetik olmayan özellikler kullanılabilir. Örne­ğin, bir resmin soluk renklere ve yuvarlak çizgilere sahip olması onu zarif yapmaz. Diğer taraftan, bir kimse resmin zarif olduğu iddiasını desteklemek üzere resmin solgun renklere ve yuvarlak çizgilere sahip olması özelliklerine işaret edebilir. 

Estetik Deneyim: Tamamlanacak ya da tamamlanmış bir süreci temsil eder. Deneyimler "deneyim olma" bakımından aynı olsalar da birbirlerinden ayırt edilebilir özellikleri vardır.

Estetik Özne: Estetik bir tutumla estetik deneyim yaşayan, estetik nesneleri değerlendiren, yorumlayan, eleştiren kişidir.estetik bir tutumla estetik deneyim yaşayan, estetik nesneleri değerlendiren, yorumlayan, eleştiren kişidir. 

Estetik Nesne: Estetik deneyimin nesnesi, estetik öznenin yöneldiği nesnedir.

Estetik deneyim konusunda iki yaygın görüş bulunmaktadır. Bu görüşlerden biri biçimcilik diğeri ise bağlamcılıktır. Biçimcilik, estetik deneyimin nesnesini bi­çimsel özellikler olarak kabul eder. Renk, şekil, çizgiler, ses, yapı, kalıp gibi özel­likler biçimseldir. Buna göre bir kişinin estetik deneyim yaşaması dikkatinin ilgili nesnenin biçimsel özelliklerine yönelmesini gerektirir.. Biçimcilerin anladığı türden bir estetik dene­yim aynı zamanda kişinin söz konusu nesneyle kendisi arasına mesafe koyması an­lamına gelmektedir. Başka bir deyişle, deneyimi yaşayacak olan kişinin her türlü görüşünü, düşüncesini, inançlarını, istek ve hedeflerini bir kenara koyması bekle­nir. Böylelikle biçimciliğe göre estetik deneyim nesnelerin algılanabilir olan özel­likleri üzerinden değerlendirme yapmaktadır. 

Bağlamcılık: Biçimciliğin tam tersidir. Estetik deneyim için biçimsel özellikler tek başına yeterli olmaz, içerik son derece önemlidir. Hatta bağlamcılara göre kimi durumlarda içerik biçimden çok daha önemli olabilir. İçeriğe dikkat etmek, ilgili nesneyle araya mesafe koymamaktır. 

Darwin'in Evrim Kuramından Pragmatizme: Peirce ve Dewey

FELSEFE Ders Notları 3
Çağdaş Felsefesi 1
Darwin'in Evrim Kuramından Pragmatizme: Peirce ve Dewey


19. yüzyılda yaşanan bilimsel gelişmeler arasında, Batı Felsefesi'ni derinden etkileyen en önemli kuramlardan birisi, hiç şüphesiz, Darwin'in geliştirdiği evrim kuramıdır. Bazıları, Darwin'in bu kuramını Newton'un mekanik kuramı ile karşılaştırmakta ve Newton'un madde ve kuvvetler hakkında geliştirdiği fikirlere benzer biçimde, Darwin'in canlıların değişimi ve çeşitlenmesini açıkladığını iddia etmektedirler.

Darwin teorisine göre genlerde tesadüfen meydana gelen değişimler, bireylere çevreye uyum süreçlerinde farklı avantajlar sağlar ve çevreye en iyi uyumu sağlayan (doğal seçilim sonucu) hayatta kalır.

Bu kuramın felsefi bilimsel tartışmalar bakımında farklı sonuçları olmuş: Örneğin, İngiliz düşünür Herbert Spencer bu düşünce biçimini tarihe ve topluma uygulayarak toplumsal darwincilik adı verilen kuramı, psikoloji alanında William James işlevsellik kuramını geliştirmiştir. 

İşlevselcilik Kuramı: Zihinsel süreçleri ve davranışları organizmanın çevresiyle uyum süreci içerisinde ele almayı ön plana çıkarmaktadır. Davranışcılığın gelişmesinde belirleyici etkisi olmuştur. 

Charles Sanders Peirce (1839-1914)
Peirce, gerçekliğin özü itibariyle zihinsel bir içeriği olduğunu ve akli bir amaca doğru değindiğini savunmuştur.

Peirce genel olarak hassas ölçümleme konusuyla ilgilenmiş, sarkaçlar kuramına katkılarda bulunmuş 1886 da mantıksal işlemlerin elektrik devreleri tarafından gerçekleşebileceğini iddia etmiş, modern bilgisayarların işleyişini henüz o zaman ön görmüştür.

Peirce erken yaşlarda felsefe de mantık ve olasılık kuramı üzerine ilgilenir. Kant ve Hegel'in metinleri üzerinde çalışır.  

Aristoteles mantığının aşılıp günümüz mantığının gelişmesi 19. Yüzyılın ikinci yarısında özellikle Gottob Frege'nin katkılarıyla olmuş, öte yandan Peirce'ın da çalışmalarının da etkisi tartışılmaz. 

Frege özellikle tümdengelimsel mantığın ayrılmaz parçası olan niceleme mantığını geliştirmiş Peirce de bunun üzerinde çalışmalar yapmış. Öte yandan Peirce'in ilgisi bunlarla sınırlı kalmamış ve bilimlerin gelişimi açısından son derece önemli olan tümevarım mantığı konusunda da özgün çalışmalar yapmış. Ayrıca olguları en iyi biçimde açıklamaya çalışan abdüktif konusu ile de ilgilenmiş. Bilim ve mantığa olan bu ilgisinin yanında Peirce ayrıca metafiziksel bir dizgede geliştirmiş. Peirce gerçekliğin özü itibariyle zihinsel bir içeriği olduğunu ve akli bir amaca doğru devindiğini savunmuştur.

Abdüktif: Akıl yürütme ile en iyi açıklamaya ulaşma anlamına gelir.

Pragma: Amel ya ada fiil anlamına gelen yunanca sözcüktür.

Rönesans ve Modern Felsefenin Toplum ve Devlet Öğretileri

FELSEFE Ders Notları 3
Siyaset Felsefesi 1
Rönesans ve Modern Felsefenin Toplum ve Devlet Öğretileri


Rönesans Toplum ve Devlet Öğretileri
Orta Çağ'ın Tanrı Devleti tasarımının temsilcisi Kilise olmasına karşın Rönesans'la (Yeniden Doğuş) birlikte  Orta Çağ'ın bu dinsel anlayışının yerini "bu dünya"ya bağlı olmak isteyen bir anlayış aldı.

Rönesans'ta ortaya çıkan düşüncelerin içinde en önemlisi İtalya'daki Rönesans siyasal öğretilerine de temel olan Hümanizm akımı olmuştur. 

Rönesans'ta ulusal bilinç uyanmaya başlamış ve Orta Çağ Tanrı Devletinin evrenselci yapısı yıkılıp yerini Kilise'nin egemenliğinden kurtulmuş ulusal devletler çokluğu almıştır.

Niccolo Machiavelli ve Laik Devlet Kuramı
Machiavelli  Eski Çağ'ın devlet görüşüne dönmek isteyen İtalyan siyaset felsefesi kuramcısıdır. 1513'te yazdığı Hükümdar adlı eserle Eski Çağ'ın devlet görüşüne dönmek istemiştir. Ulusal ve Laik bir devlet anlayışı ortaya koymuştur.

Eskiçağ ve Ortaçağın Toplum ve Devlet Öğretileri

FELSEFE Ders Notları 3
Siyaset Felsefesi 1

Eskiçağ ve Ortaçağın Toplum ve Devlet Öğretileri

Siyaset Felsefesi tüm kavram ve sorunları amaca uygun olmaklık açısından eleştirel olarak ele alır.

Devletin amacı onun varlık nedeni olup, devlet toplumun ahlakça olgunlaşması ya da toplumun bütün olarak mutluluğunu sağlamak için vardır. Eski Çağ'daki toplum ve devlet düzenine yönelik eleştiriler Platon ve Aristoteles'in devlet kuramlarıyla başlayan bir siyaset felsefesidir.

Orta Çağ düşüncesinde devletin amacı, yeryüzünde Tanrı devletini gerçekleştirmek olan bir teoloji ortaya koymuştur.

Rönesansla başlayan Yeniçağ, Tanrı merkezli devlet anlayışının yerine laik bir devlet anlayışı ortaya koymuştur. Macchiavelli, "Hükümdar" adlı eserinde ilk ulus devlet kavramını ortaya atmış, modern siyaset kuramının temelini oluşturmuştur.

Felsefe tarihinde Sokrates öncesi döneme, Presokratik dönemi adı verilir. Bu dönemin filozoflarının ilgisi doğa felsefesi olup, onlar için doğada olduğu kadar toplumda da bir uyum ve düzen olması gerekliydi. Presokratik filozoflar doğa yanında insan ve toplum sorunuyla da ilgilenmişlerdir.

Siyaset Felsefesine Giriş

FELSEFE Ders Notları 3
Siyaset Felsefesi 1
Siyaset Felsefesine Giriş


Felsefe, Eski Yunan'da ortaya çıkmış olan, varlığa, bilgiye ve insanın yapıp etmelerine ilişkin sorunlara ussal açıklamalar getirme, bu sorunları eleştirel bir şekilde düşünme etkinliğidir. 

Felsefede Ussallık ya da Temellendirme Kavramı: Herhangi bir soruna, akla dayalı söz anlamına gelen "logos"lu bir açıklama getirmektir.

Polis Kavramı: Eski Yunan siyasal yaşamı şehir-devletler içinde gelişmiştir. Eski Yunancada şehir-devlete karşılık gelir, aynı zamanda şehir-devlet içindeki yurttaşlar topluluğu anlamına da gelir.

Siyaset Terimi ve Politika: Sözlük anlamı olarak "devlet işlerini düzenleme ve yürütme ile ilgili bir insan etkinliği" olarak bilinen siyaset terimi, kökenbilimsel olarak Eski Yunancada geçen "politika" sözcüğünden gelir ve terimin Yunanca karşılığının  da gösterdiği gibi polis yaşamına ait etkinlikler anlamı ifade eder.

Ne olduğu her şeyden önce insanın ne olduğuyla yakından ilişkili olan siyaset hem bir insan etkinliğinin adı olarak hem de bu etkinliği nesne edinip bu konu üzerine bilgiler ortaya koyan bir bilgi alanıdır. 

Modernlik ve Postmodernlik - Zygmunt BAUMAN

FELSEFE Ders Notları 3
Çağdaş Sosyoloji Kuramları
Modernlik ve Postmodernlik - Zygmunt BAUMAN

Siyasal, sosyal ve kültürel konularla ilgili çok sayıda kitap ve makale yazan Bauman'ın ilgilendiği temel konuların başında "modernlik" ve "postmoderlik" meselesi gelmektedir. Modernliğe yönelttiği eleştiriler, postmodernliğe yaklaşımı onu meslektaşlarından ve çağdaşlarından çok farklı bir konuma yerleştirmektedir. Çünkü modernliğe yönelttiği eleştirilerin temelinde, kendisinin eşi Janina'nın yaşam öyküsünün, dolayısıyla  da II. Dünya savaşı sırasında yahudilere uygulanan soykırımın önemli bir yeri ve etkisi bulunmaktadır. Modernliğe yoğun eleştirilerde bulunan Bauman, günümüzde yaşanan dönemin postmodern bir dönem olduğunu belirtir.

"Postmodernlik ve Hoşnutsuzlukları" adlı eserinde Anthony Giddens'ın "geç modernlik", Ulrich Beck'in "düşünümsel modernlik", George Balandier'in "modernlik ötesi" olarak isimlendirdiği, kendisinin ise diğer pek çok kişiyle birlikte "postmodern" olarak adlandırdığı bir zaman diliminde ve kendi dünyamızda yaşadığımızı ifade etmektedir. Bauman, her ne kadar çalışmalarında kendisini konumlandırdığı noktayı tam olarak belirtmesede  Dennis Smith (1999) onu postmodernitenin peygamberi olarak ilan etmiştir.

Bauman'a göre Holocaust, gerçekten bir Yahudi trajedisi idi. Ama Holocaust salt bir yahudi sorunu değildi. Holocaust,  modern akılcı toplumda, uygarlığın yüksek sahnesinde ve insanoğluğunun kültürel zaferinin zirvesinde doğmuş ve uygulanmıştır. Dolayısıyla ona göre Holocaust bu nedenle toplumun, uygarlığın ve kültürün sorunudur ve araştırılması gerekir.

Modernliğin karanlık yüzü olarak gördüğü Holocaust kavramını; Bauman kullanmıştır. "Modernlik ve Holocaust" adlı kitap Zygmunt BAUMAN'a aittir.

Zygmunt BAUMAN modernliği 17.yüzyılda batı avrupada başlayan, Aydınlanma, Kapitalizm ve Komünist endüstri toplumunun gelişimini de kapsayan tarihsel bir dönem olarak tanımlar.

Modern düşüncenin dünyanın değiştirilebileceği fikriyle doğduğunu ileri süren Zygmunt BAUMAN'ın modernlik ayrımları arasında toplumsal ve psişik yer alır.

"Modernliğin Sosyolojisi" isimli kitap Wagner'e aittir.

Zygmunt BAUMAN'a göre bir düzen rüyasına sahip olan modernite düşüncesine kontrol etme, düzenleme ve sınıflandırma takılmıştı. 

Zygmunt BAUMAN modernliği bahçe kültürüne benzetmiştir.

"Irkçılık; modern bilim, teknoloji ve devlet gücünün  modern birimleri tarafından üretilir" görüşü Zygmunt BAUMAN'a aittir.

Zygmunt BAUMAN'ın modernliğe yönelttiği eleştirilerin temelinde yatan esas nedenlerden biri: Modernliğin "farklılığı" bir suç olarak görmesidir. Modernite doğruluk, adalet ve akıl için evrensel olarak uygulanabilir standartlar belirleme ve sınıflandırma yoluyla düzen yaratma faaliyetine girmiş, bu bağlamda göreceliği, belirsizliği ve muğlaklığı bastırmaya çabalamış, farklılığı da bir suç olarak görmüştür.

Müphemlik kavramını Zygmunt BAUMAN kullanmıştır. Zygmunt BAUMAN'ın görüşleri arasında 16.yüzyılın sonuna doğru ahenkli ve yekpare dünya tablosunun Batı Avrupa'da dağılmaya başladığını  ileri sürer. Müphemliği düzensizlik ve kaos anlamında kullanır. Modernliğin farklılığı bir suç olarak gördüğünü ifade ederek modernliğin düzen arama arayışını eleştirir.

Zygmunt BAUMAN'a göre postmodern dönem, modern dönemin sonu anlamını taşımaktadır. Postmodernliği dünyanın "yeniden büyülü hale getirilmesi" olarak değerlendiren sosyolog'dur.

Zygmunt BAUMAN'ın postmodernizm ile ilgili söyledikleri: Postmodernlik illa da modernliğin reddi, itibarsızlaştırılması değildir. Posmodernizm değişme gereksinimi hisseden modernlikten başka bir şey değildir. Rüştüne ermiş modernliktir. Kendi imkansızlığını kabul eden modernliktir.

Evrensel ve sarsılmaz temellere sahip, kusursuz etik kod hiçbir zaman bulunmayacaktır, müphem olmayan ahlak, evrensel olan ve "nesnel temellere dayanan" bir etik, pratik olarak imkansızdır.

Zygmunt BAUMAN'ın Eserleri: 
  • Küreselleşme, Toplumsal Sonuçları
  • Parçalanmış Hayat
  • Modernlik ve Müphemlik
  • Postmodern Etik
Zygmunt BAUMAN, postmodern koşullar altında bireylerin esas olarak tüketici/oyuncu olarak inşa edildiklerini ileri sürmektedir.

Zygmunt BAUMAN'a göre modernlikten posmodern döneme geçişin altında yatan en önemli nedenler: Bireyin toplumsal olarak inşa biçimde, kitlelerin toplumsal olarak bütünleştirilmesinde, sistematik yeniden üretim sürecinin yapıştırılmasındakiderin değişiklikte yer alır.

Küreselleşme fikrinden çıkan en derin anlam dünya meselelerinin belirsiz, kuralsız ve kendi başına buyruk bir doğasının olmasıdır.

Zygmunt BAUMAN'a göre modern koşullarda yaratılan bireyin sahip olduğu özellikler:
  • Modern koşullarda inşa edilen bireyler disiplinli aktörlerdir.
  • Modern koşullarda bireyler üretici asker olarak inşa edilmektedirler.
  • Modern koşullarda bireyler eş güdümlü baskıya tabi tutulduğunda monoton davranabilen aktörlerdir.
  • Modern koşullarda bireyler yalnız başlarına tamam olmayan anlamlı bütünler oluşturabilmeleri için öteki birimlerle birleşmesi gereken şeylerdir.
Zygmunt BAUMAN'a göre bütünleşmenin ve parçalanmanın birlikte yaşadığı sürece küreselleşme denir.

Küreselleşme ile ilgili düşünceleri: Küreselleşme birleştirdiği kadar da bölmektedir. Yerkürenin tek tipliliğini artıran nedenlerle bölen nedenlerin özdeş olduğunu ileri sürer. Bazıları için küreselleşme olarak görülen şey bazıları için yerelleşme olarak görülür. Bazıları için yeni bir özgürlüğün emaresi olan şey başkalarının üzerine davetsiz ve kötü bir kader olarak çullanmaktadır.

Zygmunt BAUMAN'a göre Postmodern koşullarda yaratılan bireyin sahip olduğu özellikler:
  • Yaratıcı
  • Yeni deneyimler arayan
  • Kendi kendisini güdüleyen
  • Uygunluk ve formunu koruma

Postmodern Sosyal Teori

FELSEFE Ders Notları 3
Çağdaş Sosyoloji Kuramları
Postmodern Sosyal Teori

Postmodernizm, modern kültürel ürünlerden farklı olarak sanatta, filmlerde, mimaride ve benzeri alanlardaki kültürel ürünleri ifade eder. Posmodernite ise tarihsel anlamda modern dönemi izlediği düşünülen sosyal ve politik çağı betimler. Dolayısıyla, Posmodern oluşumlarla ilgili önemli nokta modernitenin bittiği ve postmodern çağın başladığı düşüncesidir.  

Posmodernizm nedir? sorusuna verilecek en temel yanıt modernizmin radikal bir biçimde eleştirisidir.

Öte yandan Fredric Jameson, günümüzün hakim eleştirel ve biçimsel ideolojik paradigması olan postmodern düşüncenin bir yenilik olarak estetiği, kendi ekseni etrafında döndürerek ve dönüşümler geçirerek bir yenileme yolu arama zorunda olduğunu belirtir. Bu ise "modern kalarak postmodernizme dönüşmeye çalışan modernizm" anlamına gelir. Jameson'ın bu yorumu modernizmin kendi içinde biz çözülme yaşadığı yönündedir.

Modernizmin köküne bakıldığında Fransız Devrimi, Aydınlanma Düşüncesi, bilimsel gelişmeler ve Sanayi devrimi görülmektedir.

Postmodernizm kavramı 1950 ve 1960'lardan itibaren birçok yazar tarafından kullanılmaya başlanmıştır.

Bugün, postmodernizmin merkezinde yer alan bazı temaların modası geçmiş olduğu ifade edilmesine rağmen birçok entellektüelin zihnini meşkul ettiği açıktır. Bu temalar; öznenin ölümü ve dönüşü, temsilin reddi ve kamusal alanın çöküşü, bireycilik, bireyin kimliği, anti-hümanizm, Heidegger ve Nietzsche felsefesi, nihilizm ve Paris 1968 geleneği olarak sıralanmaktadır.

Modernleşme varlığını sürdürmek için kapitalizm, ulus devlet, kentleşme ve pozitivizm gibi unsurları dayanak olarak kullanır. 

Aydınlanma, bir ütopya olarak insanın özgürleşmesi ve yücelmesi amacını taşımaktadır. Aydınlanma düşüncesi 17. ve 18. yüzyıllarda Batı Avrupa'da yayılan bir felsefi akıma işaret eder. Aydınlanma akımı yapısında eşitlik, özgürlük, insan aklına duyulan güven, bilim ve ilerleme barındırır.

"Akıl Tutulması" kavramını Horkheimer kullanmıştır.

Postmodern kuramcıların Aydınlanma dönemine yaptığı eleştiriler: Aydınlanmanın aklı getirdiği nokta, bireyin slinişi biçiminde olmuştur. Aydınlanmanın aklını mit olarak nitelemişlerdir. Aklın toplumda çatışan çıkarlara hizmet ettiğini belirtmişlerdir. Aklın araçsal boyutunun geliştiğini  ve yeni bir egemenlik biçimini gerektirdiğini ifade etmişlerdir.

Nietzsche'e göre aydınlanma projesi iyimser öncüllerin aksine bir yabancılaşmanın, acımasızlığın ve vahşetin egemen olduğu bir biçime dönüşmektedir.

Geneloji, herhangi bir nesneyi kaynağından alıp tarih akış sürecinde nasıl değiştiğini inceleme anlamına gelmektedir.

Nietzsche aydınlanmanın akıl, bilim ve ilerleme anlayışlarına eleştiriler yöneltmiştir.

Sanatta postmodern anlayış, ilk kez 1960'larda New York sanat çevrelerine  modern sanatın karşıtı olarak girmiş ve sanatta yeni bir postmodern estetik anlayış döneme hakim olmaya başlamıştır.

Modern Sanat anlayışının özellikleri:  Özgürlük ve özgünlük, yansıma ve misyon, kütür ve sanat ürünlerinin metalaşması, seçkin olması.

Postmodern Sanat estetiğinin özellikleri:
  • Estetik ölçüde sanatçının kendi için bilincini, topluma göre daha çok ön planda tutmaktadır.
  • Sanatçının topluma karşı bir misyon ve anlatısı bulunmamakta, bunun yerine montaj ve eklemleme geçmektedir.
  • Gerçek açık uçlu olarak bırakılmakta ve gerçekliği yansıtmak yerine belirsizlik ve kararsızlık önem kazanmaktadır.
  • Bireyin bütünleşmiş kişiliği ve tutarlı olması değerleri bir tarafa bırakılarak hümanist değerlerden arındırılması öncelenmiştir.
  • Posmodernizmde yüksek sanat ve kitle sanatı ayrumu yadsınarak taklit ve yapıştırma teknikleri ile sanat yapıtının üretimi esas alınmıştır.
Postmodernistler modern sanat ve estetik ölçütlerine iki eleştiri getirmektedirler: Birincisi sanat yapıtının misyonu olması, içinde bulunulan durumu eleştirerek çıkış yolu aramasıve geçmişten kopmuş bir yeniyi inşaya kalkışması olarak değerlendirilmektedir. İkincisi, modern sanatın seçkinci anlayışına yönelttikleri eleştirilerdir.

Ziyouddin Serdar'ın postmodernizm ilkeleri arasında şunlar vardır:
  • Modernizmde geçerli olan her şeyin  postmodern zamanda tümden geçersiz ve eskimeye yüz tutmuş olması
  • Gerçekliğin reddedilmesi
  • Elimizde olan gerçeklik yerine imgeyle maddi gerçekliğin arasında kaybolmuş olan dünyanın olması
  • Çoklukla ve çeşitlilikle ilgilenmesi
Modernizm ve Postmodernizm karşılaştırmaları arasında şunlar yer alır: 
  • Modernitenin romantik ve iyimserliği postmodernitede toplumsal sorunları kapsayan ve dadaist anlayışıyla kendini göstermektedir.
  • Modernizmde her şeyn rasyonel ölüler içinde yürütülmesi düşüncesi, postmodernizmde aklın tükenmişliği olarak yorumlanır.
  • Modernizmde toplumsal mesafeler önemli iken, postmodernizmde konumların belirsizliğine dikkat çekilir.
Posmodernizm denince akla ilk gelen düşünürlerden biri olan Lyotard'ın postmodernizme ilişkin görüşleri çoğunlukla "Postmodern Durum" adlı kitabında bulunabilir.

Toplumların bilginin konumunun değiştiğinden söz eden  düşünür Jean Francois Lyotard

Lyotard'ın Ayrımları:
  • Temel iddiaları meşrulaştırmak üzere  üst anlatılara başvurulması
  • Meşrulaştırmanın kaçınılmaz doğal sonucu olan gayri meşru kılma,
  • Dışlama homojen epistemolojik ve ahlaki reçetelere duyulan arzu.
Jean Francois Lyotard toplumların postmodern çağa girmeleri ile birlikte bilginin konumunun değiştiğinden söz eder. Son kırk yıl içerisinde bilim ve teknoloji, dil ve bilgi üzerinde yoğunlaşmıştır. Bilgisayar dilleri, iletişim teknolojileri, bilgi depolama ve veri bankaları bunun örnekleridir. Bu teknolojik dönüşümlerin bilgi üzerinde önemli etkileri olduğu söylenebilir. Araştırma ve öğrenilmiş bilginin aktarımı  bu etkilerin yaşandığı başlıca işlevlerden ilk ikisidir. Birincisi araştırma, ikincisi öğrenmedir.

Dolayısıyla bilgisayar çağındaki bilgi sorunu günümüzde her zamankinden çok daha büyük ölçüde  yönetim sorunudur. Bu bağlamda düzenlemenin, yani yeniden üretim işlevlerinin yöneticilerden geri alınarak makinalara emanet edildiği ve bundan böylede hep edileceği öne sürülmektedir. Günümüzde gittiçe önem kazanan soru; makinalara ilişkin alınan bu kararların doğruluğunun garantisini kimin verebileceği sorunudur.

Bilginin biçimininde  giderek değişmesi sonucunda postmodern çağ içinde bilgi satılmak için üretilmekte ve tüketilmektedir. Bilgi kendinde bir amaç olmaktan uzaklaşmakta ve artık kullanım değerini kaybetmektedir.

Postmodernizmi en iyi açıklayan ifade: Modernizme meydan okumasıdır.

Bilişsel Haritalama Kavramı : Jameson tarafından kullanılmıştır.

Jameson'un postmodernizm teorisi olan  geç kapitalizm, Ernest Mandel'in teorisine dayanır. Geç Kapitalizm, kapitalizmin üçüncü aşaması olan çok uluslu kapitalizme  denk düşer.

"Dünya çılgın bir seyir aldığına göre, biz de dünyaya ilişkin çılgın bir bakış açısı edinmeliyiz" Kötülüğü Şeffaflığı'nın girişinde yazan bu sözler; Baudrillard'a aittir.

Modernlik ve Demokrasi - Alain Touraine

FELSEFE Ders Notları 3
Çağdaş Sosyoloji Kuramları
Modernlik ve Demokrasi - Alain Touraine

Alain Touraine günümüzün önde gelen toplumbilimcileri ve demokrasi kuramcıları arasında yer alır. Sosyoloji literatüründe yoplumsal hareketler sosyologu olarak anılır. Touraine'in bu sıfatla temayüz etmesi onun 1968 öğrenci hareketleri üzerine incelemesi ile başlayan, Polonya'daki sosyalist rejimin çöküşünü hazırlayan Dayanışma Hareketi ve Fransa'da nükleer karşıtı hareket üzerine incelemeleri ile devam edip, bundan böyle gündeminden hiç düşmeyecek olan diğer çalışmaları ile alakalıdır.
Bu diğer çalışmalardan biri olan "The Return of the Actor (Aktörün Dönüşü ) 1988" onun modernlik, demokrasi ve toplumsal hareketler arasındaki ilişkilerin sistematik bir çözümlemesi yönündeki önemli bir aşamayı, daha sonraki ayrıntılı çalışmalarının adeta bir taslağını oluşturmaktadır.
Touraine'e göre (1971), sanayi sonrası toplum ya da programlanmış toplum sanayi toplumundan daha fazla iktisadi büyümeye odaklanmıştır ve sanayi toplumunun sahip olduğundan çok daha fazla yatırım kabiliyetine sahiptir.

Touraine'in sanayi sonrası toplum tezine göre 1970'lerden itibaren sanayi toplumunun yerini bilgi ve teknolojinin önemli hale geldiği sanayi sonrası bir toplum almaya başlamıştır. Sanayi sonrası toplumun en önemli özelliği bilgi teknolojisi kullanımının sağladığı denetim gücüdür.

The Return of the Actor çalışmasında toplumsal hayatın merkezinde üç unsurun yer aldığını belirtir.
  • Örgütlenmiş uygulamaların birbirinden uzaklaşması ve bir bilinç olarak özne,
  • Merkezi toplumsal çatışmaların konusu olan bilişsel, iktisadi ve etik kültürel modeller (tarihsellik)
  • Bu kültürel modellere toplumsal bir biçim vermek için birbirleri ile mücadele eden toplumsal gruplar olarak toplumsal hareketlerdir.
Touraine'e göre modern toplumların en temel sorunu toplumsal birlik ve dayanışma içinde kültürel çeşitliliğin nasıl sürdürülebileceği sorunudur. 

Kolektivizm  terimi en yaygın kullanımıyla, üretim ve dağıtım araçlarının komünal (ortak) ya da devlet mülkiyetinde olmasını teşvik eden siyasal ya da sosyo-ekonomik kuram ve uygulamaları anlatır.

En temelde modernlik, "Akıl ile Özne, akılcılaşma ile ferdiyet kazanma, Rönesans'ın ruhu ile Reformasyon'un ruhu ve bilim ile özgürlük arasındaki gergin bir ilişkidir."

Kültürel Demokrasinin Amaçları
  • Ekonominin üzerindeki toplumsal ve siyasal kontrolü azaltmak
  • Herkese eşit toplumsal ve kültürel hak garanti etmek
  • Üretim ve yönetim sistemlerinin teknik akıcılığına sahip tüketicilerin sağlık, eğitim, bilişim alanlarındaki taleplerini dikkate almak
Touraine'in nazarında, demokrasi fikrinde hiçbir ilke devlet gücünün temel haklara saygı talebi tarafından sınırlanmasından daha merkezi bir öneme sahip değildir. 

Totoliteryenlik Kavramı: Halkın bütünüyle ya da hemen neredeyse  bütünüyle devlet tarafından tahakküm altına alındığı bir atıfta bulunur.

Otoriteryenlik Kavramı: Bireylere yada gruplara karşı keyfi uygulamalara yönelebilen bir siyasal yetki biçimine atıfta bulunur.

Touraine'nin 1970'lerden itibaren sanayi toplumunun yerine bıraktığı toplum programlanmış toplumdur.

Touraine toplumsal değişim süreçlerine aktif olarak katılacak bir eylemci sosyoloji önerir.
Touraine göre, özne, özgürlük demektir.

Touraine Demokrasi ile ilgili şunları söyler:
  • Demokrasi bir dizi kuramsal garanti ya da menfi özgürlükler değildir. 
  • Demokrasi özne siyasetidir; öznenin var olabilmesinin ön şartıdır. 
  • Demokrasinin büyük görevi kitle  kültürü için de çeşitlilik üretmektedir.
En temelde öznelerin, kendi kültürleri ve özgürlükleri bağlamında sistemlerin mütehakkim mantığına karşı yürüttükleri savaş  ya da özne siyaseti, demokrasinin var olabilmesinin koşullarını yaratma ve sürdürme siyasetidir.
 
Touraine göre özgürlük arzusu bireyliği, kültürel kimlik özelciliği (particularism) ve akıl ise evrenselliği temsil eder.

Touraine göre demokrasinin boyutları: Temel Haklara Saygı, Vatandaşlık, Siyasal liderlerin temsil edilebilirliği,

Toplumla İlgili Hareketler: Toplumsal, siyasal veya kültürel bakımdan müspet amaçlara sahip olan ve ahlaki bir çağrıyı toplumsal olarak tanımlanmış bir toplumsal aktör ile diğeri arasındaki açık bir çatışma ile birleştiren hareketlerdir.

Tarihsel Hareketler: Egemen sınıfa değil, seçkin bir gruba meydan okuyan ve halkı devlete karşı harekete geçirmeye çalışan hareketlerdir.

1973 tarihli bir çalışmasında, kendi tabiriyle "toplum sosyolojisi yerine aktörler sosyolojisini"  koyacak ve böylece sosyolojide mevcut olan nesnel-öznel ya da sistem-eylem kuramları şeklindeki yanlış bölünmeyi aşacak yeni bir kuram geliştirmeye çalışır.

İktisadi bir doktrin olarak liberalizm serbest ticari ve ekonomide bireysel girişimcilikte devlet müdahelesinin olmaması gerektiği anlamına gelen laissez-faire (bırakınız yapsınlar) düşüncesini savunur. Kültürel bir doktrin olarak liberalizm hoşgörüyü ve akılcılığın çeşitli oluşunu savunur. 

Cemaatçilik klasik liberalizm ile kolektivizm arasında bir orta yol bulmaya çalışan bir toplumsal kuramdır. Cemaatçiler hem klasik liberalizmin aşırı bireyciliğine hem de kolektivizmin aşırı toplumculuğuna karşı çıkarlar.

Touraine temel bölünmenin ve çatışmanın artık üretim araçlarının mülkiyeti ve denetiminden kaynaklanmadığını, aksine bilgiye erişme ve kullanma gücünden kaynaklandığını savunur.

Modernleşmeyi çok genel hatları ile tarım toplumundan sanayi toplumuna geçiş olarak ifade etmiştir.

Taouraine sosyologların toplumsal değişim hareketlerini, onların içinde doğrudan yer alarak inceledikleri "sosyolojik müdahalecilik" yöntemini önerir.

Touraine göre  Rönesans'tan Fransız Devrimi ve büyük ölçekli sanayileşmeye kadar olan dönem klasik modernliğin aşamasıdır.

20.yüzyılın faşist ve sosyalist rejimleri totoliteryen rejimlerin örneklerini teşkil ederler.

Sanayi Sonrası Toplum - Daniel BELL

FELSEFE Ders Notları 3
Çağdaş Sosyoloji Kuramları
Sanayi Sonrası Toplum - Daniel BELL

İçinde bulunduğumuz çağın, tanık olduğumuz toplumsal değişmenin niteliklerini belirlemek oldukça zor görünmektedir. Bugüngen geçmişe baktığımızda sosyolojinin gelişmesine neden olan sanayi devrimi ve sanayi toplumunun yarattığı dönüşümleri anlamak için sosyolojinin kurucu isimlerinin sosyoloji teorilerini anlamaya ve yorumlamaya çabalarken eksiklerini ve eleştirilebilecek yanlarını tesbit edebilmek kimi zaman eğlenceli bir uğraş halinede gelebilmektedir. Öte yandan kurucu sosyologların en önemli özellikleri içinden geçtikleri olağanüstü değişim ve dönüşüm dönemine karşın bugüne dek kalıcılığını koruyabilen çalışmalar ortaya koyabilmiş olmalarıdır. Zamana karşı direnen klasikleşmiş çalışmaların odak noktası ise sanayi devriminin ortaya çıkardığı sanayi toplumunun neden olduğu toplumsal değişimlerdir.

Daniel BELL'in Sosyolojisi
Daniel Bell'in sosyolojisinin temel amacı "kuramdan çok toplumsal çözümlemeye" ağırlık vermesidir. Sosyolojide varolan bir yaklaşımı temsil eden bu tarz toplumsal önkestrim (social forecasting) olarak adlandırılmaktadır. Toplumsal önkestirim, klasik sosyoloji perspektifinin bir parçası olan makro kuramsal perspektif ile günümüz koşullarını dile getiren, yenilenmiş "uygun" ve "kullanışlı" bir sosyoloji ilgisini harmanlar. Bell toplumsal olayların ve olguların tahmin edilmesiyle önkestirimi birbirinden ayırır.  Ona göre tahmin olayların sonuçları ile ilgilenirken, toplumsal önkestirim tarihsel eğilimler dizgesinin olasılıklarının ana hatlarını çıkarmaya çalışır. Daniel Bell için sosyolojik kuram, toplumsal yapı içindeki kalıpları (patterns) ve bu yapının sözkonusu olduğu değişimleri tanımlamakla yükümlüdür. Kuram, toplumsal eğilimleri önkestirebilecek kapasitede olmalıdır. Bell, 1950'lerde ortaya çıkıp  R.Aron ve J.K.Galbraith gibi önemli isimler tarafından benimsenen yakınlaşma (convergence) teorisinin önde gelen temsilcilerinden biri olarak kabul edilmektedir. Yakınlaşma teorisine göre toplumsal organizasyonların teknik ve ekonomik zorunlulukları toplumsal yapının biçimlenmesinde siyasal  ideolojilerden çok  daha etkilidir.

Daniel Bell sosyolojinin belli oranda geleceğe dönük çıkarımlarda  bulunmasının sosyal bilimsel, olgusal temelleri olması gerektiğini ve geleceğe dönük dayanıksız çıkarımlardan ayrı değerlendirilmesi gerektiğini ile sürmektedir.

Sosyoloji teorileri içerisinde Bell'i bir yere oturtmak gerekirse, geliştirmeye çalıştığı sanayi sonrası toplum kavramında ve kapitalizmin kültürel çelişkileri tezinde yapısal işlevselcilik ve çatışmacı yapısalcılığın bir karışımı olarak karşımıza çıkmatadır. Bell "kapitalizmin kültürel çelişkileri" adlı eserinde Batı uluslarının toplumsal yapılarının  ve kültürel formasyonlarının evrimini ele almış ve üretim ve tüketim alanları arasında bir ayrışma olduğunu ileri sürmüştür. Bell'e göre üretim ve tüketimin temel değerleri farklıdır.  Üretim çalışma etiğine ve tatminin ertelenmesi ilkesine dayanırken tüketim hedonizme (hazcılığa) ve kişisel tatmine dayanır. Bu argüman sosyal sistemleri nispeten sabit bir normatif çerçeve içinde bütünleşmiş sistemler olarak gören işlevselcileğe yönelik bir eleştiridir. Çünkü Bell'e göre kapitalizmin ahlaki değerleri belirsiz ve kaygandır ve böyle olmayada devam edecektir.

Daniela Bell'e göre ideoloji seküler bir dindir: Hayatın tüm yönlerini dönüştürmeye çabalayan, "tutkuyla aşılanmış" bir düşünce setidir. İdeoloji düşünceleri toplumsal hareketlere dönüştüren önemli bir işlevi yerine getirir. Bell'e göre bu konuda din çok daha etkilidir. ancak Bell bugün ideolojilerin bittiğini vurgular.

Daniel Bell'e göre sanayi öncesi toplumlarda; toplumsal yaşam birimi geniş hane yapısıdır. Bu yapı el emeğini ve çoğunlukla göreli olarak çok sayıda ev içi hizmetçi kullanımını kapsamaktadır.

Bell'e göre 19.yüzyılında başındaki sanayileşmenin ortaya çıkardığı yeni toplumsal formasyonun özelliklerini sanayi toplumu kavramını kullanarak açıklayan ilk sosyolog Saint Simon'dur.

Bilgi post endüstriyel toplumlarda gücün temel kaynağıdır.

"Sanayi sonrası toplum" kavramının yerine alternatif olarak kullanılan kavramlardan bazıları şunlardır;
  • Post endüstriyel toplum (en temel kurumu üniversitelerdir.)
  • Bilgi Toplumu
  • Kıtlık sonrası toplum
  • Network Toplumu
Daniel Bell'in sanayi sonrası toplumu değerlendirmede kullandığı temel boyutlar:
  • Hizmet Ekonomisinin oluşumu
  • Profesyonel ve teknik sınıfın üstünlüğü
  • Teorik bilginin önceliği
  • Teknolojinin Planlanması
  • Yeni entellektüel teknolojinin yükselişi
Daniel Bell'in sıraladığı önkestirim alanları: Teknolojik, Demografik, Ekonomik, Siyasi, Toplumsal

Bell'e göre İdeolojilerin bitmesinin nedenleri:
  • Sosyalist rejimlerin kendi halklarına karşı uyguladıkları şiddet içerikli baskılar
  • Kapitalist pazarın en olumsuz etkilerinin iyileştirilmesi ve refah devletinin ortaya çıkışı
  • İnsan doğasının mükemmel olduğunu vurgulayan romantik felsefelerin yerine insanlığın varoluşuna stoacı yaklaşan yeni felsefelerin ortaya çıkışı
1958'de Dawid Riesman'ın "endüstri ötesi toplumu","boş zaman toplumu" olarak adlandırılmıştır. 

Sanayi sonrası toplumun tanımlayıcı ekseni bilginin üstünlüğüdür.

Ritzer Bell'in sanayi sonrası toplumla ilgili olarak öne sürdükleri hem endüstri hem de endüstri öncesi toplumları kapsayan çok geniş bir toplumsal değişme süreciyle ilişkilendirildiğine dikkat çekmiştir.

Sanayi sonrası toplumun en temel karakteristik özelliklerinin görüldüğü alanlar: Teknoloji, Ekonomi ve Toplumsal yapıdır.

Bell'e göre post-endüstriyel toplumun endüstriyel açıdan özelliği; mal üretiminden hizmet ekonomisine geçiştir.

Bell'in çağdaşları olarak sayılabilecek isimler arasında: Thomas Kuhn, Kleinberg ve Alain Touraine yer almaktadır.

Bell'e göre sanayi sonrası toplumların önemli insanları: mühendisler, bilimadamları, teknisyenler ve entellektüellerdir.

Sanayi sonrası toplumlarda imalat sanayi yerine ticaret, finans, sigorta, gayrimenkul, bireysel ve profesyonel hizmetler ile alım satım onarım hizmetleri ve genel devlet işlerini kapsayan hizmet sektörü, toplam üretim içinde daha büyük bir paya sahiptir.

Endüstri sonrası toplumlarda öne çıkan metodolojiler: Soyut Teori Modelleri, Simülasyonlar, Sistem Analizleri

Sanayi sonrası toplumun iki temel özelliği bulunmaktadır. Bunlar;
  • Bilim ve akıl yürütmeye dayalı değerlerin rolünün toplumun temel kuramsal gereksinimleri olarak öne çıkarması
  • Kararların daha teknik bir nitelik kazanması, böylece de bilimcilerin ve ekonomistlerin politik sürecin içine daha doğrudan girmeleridir.
Bell'in "Sanayi Sonrası Toplumun Gelişi" kitabında belirttiği işevsel "situs"lar şunlardır:
  • Bilimsel
  • Tekno-Mantıksal
  • Yönetimsel
  • Kültürel
Bell'in Sosyolojisinde Kültür
20.yüzyılın ikinci yarısından itibaren kültür, değişimi teşvik etmektedir ve ekonomide bu değişim arzusunu yerine getiren bir araç haline gelmiştir. Kültürün bağımsız ve özerk bir kurum haline gelmesi Bell'e göre sosyoloji disiplini için sorun teşkil eder.

Post-endüstriyel toplumun ekonomik meselelere odaklı toplumsal yapısında rasyonalite ve verimliliğe yönelik bir ilgi hakimken kültürel alanda irrasyonel, kendini gerçekleştirme ve tatmin etme ilkeleri hakimdir. Bell, böylesi bir kültürün verimliliğin ve rasyonalitenin egemen olduğu bir toplumsal yapıya aykırı düştüğünü savunur ve bu noktada irrasyonel ve hedonistik düşüncelerle ilişkilendirdiği post-modernizmi eleştirir.

Sanayi Sonrası Toplum Teorisine yönelik Eleştiriler
Bell sadece en tepedeki yapılarla ilgilenir. Yeni bilgiden, yeni bir yönetici elitten bahseder; toplumun bütün değer sisteminin değişip değişmediği meselesi ile ilgilenmez.

Sanayileşme sonrası toplum kavramını ciddiye almak için bu meselenin de  ele alınması gerekir. Örneğin sanayileşme beraberinde aileye ilişkin ciddi dönüşümleri getirmiştir. Aileyle ilgili en belirgin dönüşüm, sanayileşmenin iş ve aile arasındaki bağı bütünüyle değiştirmesinde gözlemlenir.

İmalata dayalı üretimin yerine hizmete dayalı bir ekonominin aldığı bu yeni ekonomik yapıda, Bell, mavi-yakalıların ekonomideki ağırlığı azalırken işgücü içindeki etkinliğinin belirgin bir biçimde arttığını iddia etmektedir.

Sanayi sonrası toplum teorisine yöneltilen eleştirilerin odak noktası "sınıfsal eşitsizliğin kalıcılığı, sınıf çatışması, ekonomik kaynakların birkaç elde yoğunlaşması, beyaz yakalı işcilerin vasıfsız niteliğe ve tüm mesleklerde profesyonelleşme normunun sulandırılmasıdır."

Eskiçağda Etik

FELSEFE Ders Notları 3
ETİK
Eskiçağda Etik

Eskiçağ, uygarlık tarihi bakımından insanlığın geniş ve kapsamlı bir dönemini ifade eder. 
İlk akla gelen örnekler  Eski Mısır, Çin ve Hint  uygarlıklarıdır.

Eskiçağda etik görüşleri 4 başlık altında ele alınır.
  1. Sokrates ve Sokratesçi Okulların görüşleri
  2. Platon’un görüşü
  3. Aristoteles’in görüşü
  4. Stoa Okulunun ve Epikouros Okulunun görüşleri
Sokrates ve Sokratesçi Okulların Görüşleri
  • Sokrates, iyi ve mutlu yaşam erdemin bilgisine bağlı,
  • Sokrates erdemin ne olduğunu araştırmıştır,
  • Erdemin bilgi olup olmadığını araştırmış,
  • Erdem Bilgiyse öğretilir değilse öğretilemez
Sokratesçi Okullar

Sokrates'in kendisi bir okul kurmamıştır. Öğrencileri tarafından 4 tane okul kurulmuştur:
Megara Okulu, Elis-Eretria Okulu, Kyrene Okulu ve Kynik Okulu.
  • Kynik Okulu, yaşamda aranan ve istenen iyinin erdem olduğu,
  • Erdemin iyi ve mutlu yaşamın koşulu olduğu,
  • Hazzın sanıldığı gibi iyi olmadığı ve haz karşısında bağımsızlaşmak gerektiğini savunmuştur.
  • Kyrene Okulunda (Hazcı Okul) ise hazzın biricik iyi olduğu, iyi ve mutlu yaşam için olabildiğince haz elde ederek yaşamanın doğru olduğu ileri sürülmüştür.
Platon'un Görüşü
  • Platon da erdemi, iyi ve mutlu yaşamın koşulu olarak görmüştür.
  • Bunun için ilkin erdemin bilgisine varmak istemiş, bunu da ana erdemlerin hepsini kapsar nitelikteki adaletin ne olduğunu araştırarak belirlemeye çalışmıştır.
  • Adalet, her şeyden önce, bilgelik, cesaret ve ölçülülük üç ana erdemle birlikte sitenin erdemini tamamlayan erdemdir.
  • Adalet, "herkesin kendi işiyle uğraşması", kendi işini yapmasıdır.
  • Sitede, ölçülülüğü, yürekliliği ve bilgeliği arayıp bulduktan sonra, adalet bütün bu erdemlerin sitede doğmasına ve devamlılığına imkan verir.
Platon adı, Platon'un takma adıdır.
Platon Sokrates'in öğrencisidir ve Akademia’yı kurmuştur.
Kharmides adlı diyaloğun yazarı Platon’dur.
Platon etik sorulara çok önem vermiştir.
Platon’a göre "idea"nın bilgisine ulaşma konusunda herkes aynı yatkınlıkta değildir.
Platon insan ruhunu üç kısma ayırmıştır.
Platon, Devlet'te ve Yasalar'da erdemin öğretilebilir olduğunu düşünmüştür.

Platon'a Göre Ana Erdemler

Bilgelik: Sitenin/Yönetimin ilk erdemidir. Doğru, uygun ve isabetli kararlar alabilmek için gereken bilgiyi ifade eder.

Adalet: Bir yönetimi yada siteyi iyi kılma konusunda önemli bir işleve sahiptir. Sitede Adalet, yönetimi erdemli kılma konusunda bilgelik, ölçülülük ve yüreklilikle baş baş gider.

Logistikon: Ruhun düşünen yanıdır. Alogon, ruhun düşünmeyen yalnızca arzulayan yanıdır. Bunlar, insan eylemlerine ve tutumlarına  baktığımızda bir bakıma hemen belirlenen kısımlardır. Kısacası ruhun kısımlarından biri akıl diğeri ise arzular ve iştahlardır.

Aristoteles'in Görüşü (Ontoloji ve Etiğin Kurucusu)
  • Aristoteles, yalnız kendisi için amaç olması, en iyi, en istenir şey olması nedeniyle mutluluğun ne olduğu sorusunu sorar. Mutluluk, nedir peki? Mutluluk ruhun erdeme uygun etkinlikte bulunmasıdır. Aristoteles iyi ve mutlu yaşama önem vermiştir. Aristoteles "iyi"yi, "her şeyin arzulandığı şey" diye ifade etmiştir.
Aristoteles'in mutlulukla ilgili fikirleri:
  • Mutluluk ruhun erdeme uygun etkinliğidir.
  • Mutluluk en iyi, en güzel, en hoş şeydir.
  • Mutluluk kendisi için istenen bir şeydir.
  • Erdeme uygun işler yapmak insan mutluluk verir.
Aristoteles erdemlerin 2 türünü belirler:
  • Düşünme yetisinin (dianoia) erdemleri: Teknik Bilgi, Felsefi bilgi ve bilim, Pratik Bilgi, Akıl, Felsefi Bilgelik
  • Karakterin (ethos) erdemleri ya da etik erdemler: Cesaret, Cömertlik, Yüce Gönüllük, Adalet
Erdem, yalnızca doğru akla uygun bir huy değil, aynı zamanda doğru akılla giden bir huydur.

Aristoteles insanın bilme etkinliklerini üçe ayırır:
  • Teorik Etkinlikler: Fizik, Matematik ve ilk Felsefe
  • Pratik Etkinlikler: Etik ve Politika
  • Poietik Etkinlikler: Ürün ya da eser ortaya koyan etkinlikler
Stoa Okulunun ve Epikouros Okulunun Görüşleri:
  • Stoa Okulu için de erdem iyidir ve iyi yaşam için yapılacak tek şey erdemli yaşamaktır.
  • Erdemli yaşamak ise doğaya ya da akla uygun yaşamaktır.
  • Doğaya aykırı yaşamak insanı mutsuz kılar.
  • Epikouros için de iyi ve mutlu yaşam için insanın doğayla bağı önemlidir.
  • Doğayı ve onun atomlardan oluşan yapısını tanımak insanı yersiz korku ve kuruntulardan kurtarır.
  • Episkouros acısızlık durumu olarak anladığı hazzın önemini belirtir ve yaşamda bu anlamda hazzı amaç olarak benimser.
Etik görüşler ve etik anlayışlar

Eskiçağda etik soruları ele alan filozoflar: Sokrates, Platon ve Aristoteles'in yönelimi ile Sokratesçi Okulların, Stoa Okulunun ve Epikouros Okullarının yönelimleri farklı özelliktedir. Sokrates, Platon ve Aristoteles’in sordukları sorular ilkin etiğin iyi, erdem, mutluluk, adalet, eylemler gibi ana kavramlarının bilgisini ortaya koymayı amaçlamaktadır.

Stoa Okulunun ve Epikouros Okulları ise, etiğin nesne alanının ana kavramları olan bu kavramları değil, iyi ve mutlu yaşamın koşullarının neler olabileceğini soru konusu yapmışlardır. Bu okulların etik tarihine katkısı iyi ve mutlu bir yaşam için en doğru görünen ilkeleri getirmek olmuştur.

Örneğin, Stoa Okulunun akla ya da doğaya uygun yaşama ilkesi, Epikouros'un doğanın yapısını bilerek yaşama ve ölüm korkusu karşısında takınılacak doğru tavrın ne olduğuyla ilkesi bu türden ilkelerdir. 

Etik Tarihinde Ana Yaklaşımlar

FELSEFE Ders Notları 3
ETİK
Etik Tarihinde Ana Yaklaşımlar

Kant'ın etik görüşünün ana kavramları: Yasa, Ödev, Özgürlük, İyi İsteme

Etik ilişkilerde Marx Scheler ve Nicolai Hartman "değerler" kavramına, İonna Kuçuradi ise "değer" ve "değerler" kavramlarına dayalı bir etik görüş ortaya koymuşlardır.

Mutluluk sorununu ilk kez Demokritos ele almıştır. Demokritos varlığın yapısı konusunda "atom" düşüncesini ortaya atmış, olaylar durumlar karşısında diğer kişilerle ilişkilerimizde "doğru tavır ve duruşun" ne olması gerektiği konusunda düşünmüştür.

Demokritos öncelikle kişinin, yaşananlar ve olan bitenler karşısında içine düştüğü durumları ifade eden "duygulanımları" yenmeyi önerir.

Demokritos'a göre mutlu ve iyi yaşam hazza, hazzın gelişigüzel elde edilmesine ve ölçülülüğe bağlıdır. Mutlu ve iyi yaşam için olmazsa olmaz koşul ölçülülüktür.

Sofistler etik tarihi bakımından doğrudan ele alınacak görüşler ortaya koymamışlardır. Fakat koydukları bilgi görüşünün hem eski çağda ortaya çıkan hazcılığın hemde 18.yüzyılda geliştirilen faydacılığın doğup gelişmesinde etkili olduğu söylenebilir.

Sofistlerin bilginin göreceli olduğunu savunan görüşünü dile getiren Protogaras ve Gogias'dır.

"Her şey bana nasıl görünürse benim için böyledir, sana nasıl görünürse senin için de öyle" deyişiyle her şeyin ölçüsünün insan olduğunu vurgulayan Sofist Protogoras'tır.

"Hiç bir şeyin var olmadığını, var olsa bile bilinemeyeceğini, bilinse bile  bu bilginin başkasına iletilemeyeceğini belirten Sofist Gorgias'dır.

İyi ve mutlu yaşam için hazzı temel alan yaklaşımın ilk örneği, Sokratesçi Okullar'dan Kyrene Okulu'dur. Aristippos bu okulun  kurucusudur. Hazcı okul ya da Hedonizm ismiyle de bilinen Kyrene Okulu'nun başlıca düşüncesi "Yaşamda haz, başlı başına kendisi için amaçtır. Dolayısıyla haz iyidir." İyi Nedir? sorusunun yanıtını "iyi hazdır" şeklinde ifade etmişlerdir. Kyrene Okuluna göre yaşamda en temel şey haz'dır ve canlı varlığın yaşamının ana amacıdır. 

Epikouros'a göre insan için iyi olan tek şey  sadece haz'ken; kötü olan tek şey acıdır. Epikouros maddi hazlara öncelik vermiştir. Epikouros hazzı yaşamda ana amaç olarak görür. İnsanı mutlu yapan şey erdmein kendisi değil, verdiği hazdır ancak.

Mutluluk ve hazzı temel alan anlayışın Eski Çağ'da sürekliliğini korumamasının nedeni: iyi yaşamı hazda görmenin doğurduğu bazı soruların filozofları hazza dayalı mutluluk anlayışı ve buna dayanan eylemler üzerinde düşünmeye yöneltmesidir. Hazza dayalı mutluluk anlayışını sıkı bir şekilde eleştiren filozoflar Sokrates ve Platon'dur.

Etik tarihinde hazzı ve buna bağlı mutluluğu temel alan anlayışın benimsenmediği dönem Orta Çağ'dır.

"Sokrates" etik tarihinde iyi ya da mutlu yaşamın ve doğru eylemin bilgi ile ilişkisini doğrudan ele alan ilk filozoftur.

Sokratesçi bir okul olan Kynik Okulu erdemi temel alan bir yalaşım benimsenmiştir. Kurucusu Antisthenes'dir. Antisthenes "iyi"  ve "mutlu"  yaşamın "doğru eylemin" yolunun haz karşısında bağımsızlaşmaktan geçtiğini düşünmüştür. Bu bağımsızlaşmayı gerçekleştirebilecek tek şey ise erdemdir.

Platon erdemi siyaset etkinliği bakımından yaşamın merkezine almıştır. Platon "Devlet - Politeia" adlı kitabında iyi ve mutlu yaşam için, doğru eylem için kilit noktası olarak insanın toplumda ve kamu işlerinde doğru eylemde bulunmasının, iyi ve mutlu yaşamasının olmazsa olmaz koşulu olarak gördüğü adalet üzerinde durur. Çünkü adaleti araştırmak iyi ve mutlu bir yaşam için gereken doğru eylemde bulunabilme konusunda gereken erdemin bilgisini ortaya koyabilmek için ilk ve temel çıkış noktasıdır.

Stoa Okulu: Aristoteles'ten sonra etiğin araştırma alanı olarak devam etmesinde etkili olan önemli bir felsefe okuludur. Kurucusu Kıbrıslı Zenon'dur. 

Stoa Okulunun Dönemleri: Eski Stoa Dönemi, Orta Stoa Dönemi, Roma ya da İmparatorluk Dönemi

Stoa Okulunun Temsilcileri: Kıbrıslı Zenon, Kleanthes, Kyryssipos, Panaitios, Poseidonios, Seneca, Epikletos, Marcus, Aurelius Antoninus'tur.

Aydınlanma yüzyılı veya felsefe yüzyılı  da kabul edilen 18.yüzyılda yeni arayışlar içine girilmesinin nedeni; insanın kendini doğru şekilde bilmesi, tanıması, anlaması ve anlamlandırmasını sağlamaktır.

Temellerini Eski Çağ'dan alan faydalı temel anlayış 18.yüzyılda başlayan yeni eğilimlerde kendini göstermiştir.

Faydacılık adıyla bilinen yaklaşımın temellerini Jeremy Bentham atmış ve daha sonra bu anlayış James Mill ve John Stuart Mill tarafından geliştirilmiştir. John Stuart Mill faydacılığı "her şeyi hazza, hem de kaba bir hazza indirgeyen " bir anlayış olarak görmenin doğru olmadığını vurgulamıştır.

Etiğin bir bilgi alanı olmadığını, olamayacağını dolayısıyla felsefe dılında tutulması gerektiğini savunan düşünürler: H.Reichenbach, A.J Ayer ve R.Carnap.

ETİK Nedir?

FELSEFE Ders Notları 3
ETİK
Etik Nedir?

20.yüzyılın ilk yarısında ortaya çıkan Mantıkçı Pozitivizm veya Yeni Pozitivizm isimleriyle bilinen Viyana Çevresi'nin başlıca temsilcileri Moritz Schick, Rudolf Carnap, Hans Reichenbach ve Otto Neurath'dır.

Etik sözcüğü eski Yunanca "ethas" sözcüğünden gelir. "ethas" karakter ve huy anlamına gelen etik "kişiye bağlı, kişiyle ilgili bir durumu, ona özgü olan bir tarafı" ifade etmektedir.

Herakleitos'a göre "Huy insan için daimondur", Herakleitos, "Bir insanın ethos'u onun daimon'udur." demiştir.

Stoacılara göre davranışların kaynağı ethos'dur.

Moralis sözcüğünü ilk kullanan Cicero'dur.

Etiğin temellerini atan filozof olarak Sokrates kabul edilmektedir. Sokrates'e göre "Sorgulanmamış bir yaşam yaşamaya değmez".

Demokritos "doğru yaşamın koşulları"  üzerine düşünmüştür. Buna göre doğru yaşamdan anlaşılan şey dinginlik, esenlik ve huzur içinde bir yaşamdır.

Demokritos'a göre mutluluğu ifade eden ana kavramlar şunlardır:
  • Euthymia: İç dünyamızın iyi durumda olması
  • Ataraksia: İç dünyamızın sarsılmaz halde olması
  • Eudaimonia: İç dünyamızın iyi durumda ve sarsılmaz halde olmasının birlikteliğinden gelen mutluluk.
Etik terimi felsefenin ilk temel alanlarından biri olan bir bilgi alanını adlandırırken; ahlak terimi tarihsel ve toplumsal bir olguyu adlandırmaktadır.

Etiğin yöneldiği temel sorular şunlardır:
  • Adalet Nedir?
  • Erdem Nedir?
  • Doğruluk veya Adil olmak Nedir?
Ahlaklılık normları, ahlak normlarından farklıdır. Ahlaklılık normları ile ahlak normları arasındaki farklılık "Ahlaklılık normları yerel değil, genel normlardır."

"Dürüst olmak gerekir" yada "İnsanlara eşitsiz muamele etmemek gerekir." gibi her yerde söz konusu olabilecek davranış ilkelerine daha  çok meslek etiklerinde rastlanmaktadır. "Hastaya zarar vermeme", "gizlilik" gibi tıp etiğine ait ilkeler, "tarafsız olma", "doğru haber verme" gibi basın etiğine ait ilkeler bu normlara örnek olarak gösterilebilir.

Etiğin başlı başına bir alan olmasını sağlayan filozoflar: Sokrates, Platon, Aristoteles

18.yüzyılda etik alanında ortaya çıkan yeni kavramlardan başlıcaları şunlardır: "İyiyi isteme", "ödev", "sorumluluk", "yükümlülük", "gereklilik", "değerler", "anlamlar" ve "amaçlar".

Etiğin  psikolojiyle kesişen konuları şunlardır.
  • Kaygı, korku, acı çekme, kıskanma gibi duygu ve yaşantılar
  • Seçme veya karar verme gibi edimler
  • Kişiler, kişilik yapıları, kişi bütünlükleri ve kişiler arası ilişkiler
Etiğin en parlak dönemi Eski Çağ'dır.

Aristoteles'in ölümünden sonra felsefenin theoria yönünün zayıflaması, 525 yılında Doğu Roma İmpparatoru Justinianus'un Atina'daki Akademia'yı Hristiyanlığa aykırı olduğu gerekçesiyle kapatması insanın dünyayla ilişkisini köklü bir değişime uğratmıştır. 

Yeni Çağ'da etiğin tekrar önem kazanmasına  katkı sağlayan düşünürler: Francis Bacon, Rene Descartes, Baruch Spinoza

"İyi"yi bu dünyaya ilişkin bir kavram olarak incelemek ve etik araştırmalarda bilgiyi temel almak gerektiğini düşünen filozof Francis Bacon'dur.

Rene Descartes, Eski Çağ'da Stoa Okulu'nun düşüncelerini özellikle "duygulanımlar" konusu bakımından yeniden ele almış , erdemler konusuna eğilmiştir.
"Etica" adlı kitap Spinoza'ya aittir.

Etiğin yeniden önemli bir alan olarak tam anlamıyla ortaya çıkışı 18.yüzyılda olmuştur. Bu konuda önde gelen düşünürler; John Locke, Shaftesbury, Francis Hutcheson ve David Hume'dur.

Etiğin Eski Çağ'dan sonra yeniden doğuşu ve gelişimi konusunda asıl dönüm noktası Immanuel Kant'ın çalışmalarıyla gerçekleşmiştir.
Mutlu ve iyi yaşamın ne olduğunun araştırılması filozofları "erdem nedir?" sorusunu araştırmaya yönlendirmiştir. Bu nedenle filozoflar "erdemin bilgi olup olmadığı"; "bilgiyse nasıl bir bilgi olduğu" gibi sorularla ilgilenmişlerdir.

Aristoteles'e göre "Bütün insanlar doğal olarak bilmek isterler". Bilmek, insanın en temel gereksinimidir. Varlığını sürdürebilmek için insan, doğal olarak ilişkide olduğu var olanları bilmek zorundadır.

Aristoteles'e göre insanın bilgi ile bağı, kendini var etmek, kendine bir dünya kurabilmek içindir. Bundan dolayı kendine özgü doğal yetilerine bağlı bilgi edimleriyle çeşitli etkinlikler gerçekleştirir. Bilim, sanat ve felsefe bu etkinliklerin başta gelen örnekleridir.

20.yüzyılın ilk yarısında ortaya çıkan Viyana Çevresi Mantıkçı Pozitivizm veya Yeni Pozitivizm adıyla da  bilinmektedir.

İoanna Kuçuradi  ahlak  sözcüğünün bağlamlarından hareketle, ahlakın "kişiler arası ilişkilerde davranışlara ilişkin geçerli"  kılınmış "çeşitli değer yargıları sistemleri" olarak karşımıza çıkan bir olgu olduğunu belirtmektedir.

Annemarie Pieper, ahlakın "bağlayıcı olduğu kabul edileerek belirlenmiş olan norm'lardan, "buyruklar"dan, "yasaklar"dan oluştuğunu; "hep bir grubun, bir topluluğun ahlakı olarak karşımıza çıktığını" belirtmektedir.