FELSEFE Ders Notları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor.
FELSEFE Ders Notları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor.

Sosyal Etki ve Sosyal Güç

FELSEFE Ders Notları 4
Sosyal Psikoloji 1
Sosyal Etki ve Sosyal Güç

Kültür: Doğanın ve tanrının yarattıklarına karşılık, insanoğlunun yaşayarak yarattığı, öğrendiği, öğrettiği, aktardığı, geliştirdiği maddi manevi anlamda her şeydir. 

Kültürleme: Bir toplumdaki kültürü, o toplumun bireylerine kazandırma sürecidir. Kültürleme süreci sayesinde Arap-Araba, Türk Türke benzer. Yemekte bizim çatal-kaşık, Japonun çubuk kullanması ya da Arabın elle yemesi de kültürlenmenin ürünüdür. Yada bizim göbeğimizi çatlatarak güldüğümüz bir fıkraya diyelimki Amerikalı'nın kös-kös bakması da kültürlerimiz arasındaki fark nedeniyledir.

Kültürlemeye toplumbilimciler sosyalizasyon (toplumsallaştırma), eğitimciler ise "eğitim süreci" diyorlar. Kültürleme sonucunda toplumda geçerli olan bilgi, tutum ve davranışları kazanırız.

Uyum: Bir kişinin inanç ve davranışlarını, grup standartlarına göre değiştirme eğilimidir. Grup normlarına uyma, bazen toplumsal uyumu gerçekleştirmek ve toplum içinde kabul görmek için ödenen bir bedeldir. 

İlk en iyi bilinen uyum araştırmaları, Türkiye doğumlu Muzaffer Şerif tarafından 1935'de yapılan toplumsal normların gelişimiyle ilgili çalışmalarıdır.

Akran Baskısına Uyma: İnsanlar kendilerince şüpheli olmayan bir durumla karşılaştıklarında, kendi algılamalarına güvenirler ve kendi bağımsız kararlarını verebilirler. Ancak herhangi bir grupta ve belli bir konuda, azınlıkta kaldığımız da sıkça karşılaşılan bir durumdur.

Sosyal Biliş

FELSEFE Ders Notları 4
Sosyal Psikoloji 1
Sosyal Biliş

Sosyal Biliş: Toplumsal dünyaya ilişkin bilgileri yorumlama, analiz etme, anımsama ve kullanma biçimimizdir.

Sosyal Sınıflama: Çevremizdeki olayları, insanları, öteki canlıları, eşyaları, hatta fikirleri kolayca bilmek isteriz. Bilmek için de, onların her birini, zihnimizde oluşturduğumuz belli türlerin sınıfların içine yerleştiririz. Ortak özelliklere göre gruplara ayırma. Daha önce hiç görmediğimiz bir bitkiye "Bu bir çiçektir" dememiz gibi…

Prototip: Bir sınıfın özeliklerini en iyi temsil eden elemana, o türün modeli (prototipi) diyoruz. Prototip, türü temsil eden ve bizim zihnimizde olan bir modeldir. Hemşiredeki beyaz önlük, imamların yeşil takkesi, erkek hemşireleri doktorlar ile karıştırma örnekleri gibi….

Şema: Herhangi bir şey hakkında, geçmiş yaşantılarımıza bağlı olarak oluşturulan inanç ve beklentilerdir. Bizler sarı basın kartı olan ve elinde fotoğraf makinesi olan birini muhabir sınıfına koyarız. Çünkü bir düzene sahip olma özellikleri vardır. 

Sosyal Algı - İzlenim Oluşturma

FELSEFE Ders Notları 4
Sosyal Psikoloji 1
Sosyal Algı - İzlenim Oluşturma

İzlenim Oluşturma: Bir kişiyle kurulan iletişim süresince algılanan özelliklerin değerlendirilerek o kişi hakkında bir fikir oluşturma sürecidir.

İzlenim Oluşturmanın Temel İlkeleri
  • İzlenimler çok az bilgiye dayalı ve çok çabuk bir şekilde oluşturulur. 
  • Biz karşımızdakinin en çarpıcı özellikleri ile onu başkalarından ayıran farklı kılan özelliklerini kullanarak izlenim oluşturmaktayız. 
  • Bir davranıştan anlam çıkarırken bir davranışı yorumlarken; o davranışın yapıldığı koşulları esas alırız. Bağlamından soyutlanmış değerlendirmelerde bulunmayız.
  • İnsanları tek tek değil, belli grupların üyeleri olarak görme eğilimindeyiz.
  • insanların davranışlarını yorumlarken, önceki bilgilerimizi kullanırız. Bir öğretmenin davranışını yorumlarken öğretmenlerle ilgili olarak sahip olduğumuz eski bilgilerimizi kullanırız. 
  • Bizim kendi ihtiyaç ve amaçlarımız, algılamalarımızı etkilemektedir. Sözgelimi bir daha karşılaşmayacağımız birini algılamamız, hep birlikte olacağımız birisini diyelim ki oda arkadaşımızı algılamamızdan farklı olacaktır.

İzlenim Oluştururken Kullanılan Bilgi Kaynakları

Roller: Rol şemalarının sağladığı bilgiler hem fazla, hem açık ve önemli; hem de yarattığı çağrışımlar bakımından daha zengindirler. Bir insanın milletvekili, ya da kabadayı olduğunu bilmek onunla ilgili pek çok bilgi verecek, çağrışım sağlayacaktır. 

Fiziksel İpuçları: Karşılaşılan bir insana ilişkin özellikler hakkında bir çıkarsamada bulunurken; öncelikle onun görünümü ve davranışları üzerine odaklanırız. İlk bakışta yakalanabilen dış görünüm ve davranışla ilgili algılarımız oldukça ayrıntılı izlenimler oluşturmaya olanak sağlayabilir. Bebek yüzlü insanların daha dürüst olduğunu, daha güçsüz olabileceğini düşünmemizde etkili olan fiziksel ipuçlarıdır.

Ayırıcı Özellikler: Bu görsel ayırıcılık ya da dikkat çekici durumlar izlenim edinmede son derece etkilidirler. Yeni işe başlayan kişinin oda arkadaşlarından birisinin bir tiki varsa; onunla ilgili ilk izlenimi ne onun giyimi, ne saç biçimi, hatta ne cinsiyeti değil, bu tiki olacaktır. Kişide ilk bakışta göze çarpan özellikler ayırıcı özelliklerdir.

Sosyal Psikoloji Nedir?

FELSEFE Ders Notları 4
Sosyal Psikoloji 1
Sosyal Psikoloji Nedir?

Sosyal Psikoloji bireylerin, davranış, duygu ve düşüncelerinin başkalarının gerçek, hayal edilen veya ima edilen varlığından nasıl etkilendiğinin bilimsel yollarla araştırılmasıdır.

Sosyal Psikoloji insan etkilişimlerini ve bu etkileşimlerin psikolojik temellerini sistematik olarak inceleyen bir disiplindir. Kökleri 19.Yüzyılın sonunda Avrupa'da ortaya çıkan Völkerpsikoloji ve kitle psikolojisi akımlarına dayanır.

Völkerpsikoloji: 19.yüzyılda Almanya’da geliştirilmiş, kültürel davranışın tarihsel ve karşılaştırmalı olarak çalışılması gerektiğini öne süren bir sosyal psikolojik yaklaşımdır. 

Kitle Psikolojisi: 19.yüzyılın sonunda Fransız kuramcı Gustave Le Bon ile başlayan, bireysel psikolojiden farklı olarak kitlelerin kendine özgü psikolojisi olduğunu ileri süren bir sosyal psikolojik yaklaşımdır. 

Grup Zihni: Gustave Le Bon tarafından geliştirilmiş, çeşitli psikolojik mekanizmalar aracılığıyla, insan kollektivitesinin tek bir varlık, psikolojik kitle haline gelmesine işaret eden kavramdır.

Sosyal Etki, insanlar arasındaki etkileşimlerin, insanların düşünce ve davranışlarını etkilemesi olarak anlaşıldığında, sosyal psikolojinin ikna, tutum değişimi ve uyma davranışı gibi büyük bir alanını kapsamaktadır. 

Sosyal Etkileşim Alanı, sosyal davranışla, yani işbirliği ve çatışma, kişilerarası ilişkiler gibi insanlarla ilişkili davranışı kapsar. Sosyal etkinin ise bu alanlarla ilişkisi 2 yönlüdür; hem sosyal davranış hem sosyal algı alanındaki sosyal etkiden söz edilebilir. Dolayısıyla sosyal psikoloji, bu birbirine bağlı üç alanın toplamı olarak tanımlanabilir.

Davranışcı Sosyal Psikoloji: 20.yüzyılın başında ABD sosyal psikolojisinde ortaya çıkan ve gözlenebilir olan olguların çalışılması gerektiğini ileri süren sosyal psikolojik yaklaşımdır. 1920'lerde sosyal psikolojinin gelişimindeki diğer önemli bir olay da Thurstone ve arkadaşları tarafından tutum ölçüm teknolojisinin geliştirilmesidir.

1930’larda Almanya'da yükselen Nazizm dolayısıyla Avrupa'dan pek çok bilim insanı ABD'ye göç etti. Bu bilim insanlarından Kurt Lewin ve Solomon Asch ve Türkiye'den Muzafer Sherif (Muzaffer Şerif Başoğlu) ABD'deki sosyal psikolojiyi derinden etkilemişlerdir. Bu üçlü ABD'ye gittiklerinde davranışcılığın ağır bastığı bir sosyal psikoloji buldular. Gestalt psikolojisinden (temel olarak bütünselliğe önem veren bir psikolojik yaklaşım) etkilenmiş olan Lewin, Asch ve Sherif, bir yandan davranışçılığı reddettiler ve zihinsel olguları sosyal psikolojiye tekrar soktular, diğer yandan grup zihni yaklaşımını da reddettiler. Gestaltcı bakış açısından grubu gerçek bir psikolojik olgu olarak ele aldılar ve özellikle Lewin ABD'de grup süreçleri ve dinamikleri araştırmalarında bir geleneği başlattı. Bu gelenekte, Lewin'in öğrencisi Festinger'in grup içi süreçleri, kişilerarası etkileşimi ve sosyal etkiyi farklı biçimde anlamaya olanak veren sosyal karşılaştırma ve bilişsel çelişki kuramlarını anmak gerekir.

Estetik ve Sanat Felsefesinde Temel Konular

FELSEFE Ders Notları 3
Estetik ve Sanat Felsefesi
Estetik ve Sanat Felsefesinde Temel Konular


Günlük hayatımızın da içinde olan "estetik" kelimesi felsefede özel bir araştırma alanının adıdır. "Estetik" kelimesi Yunanca "duyular yoluyla algılama" anlamına gelen aisthanomai kelime­sinden gelmektedir. Aisthesisde algı, duyum anlamında kullanılmıştır. "Estetik" kelimesi özünde duyularımı­zın, algılarımızın ortaya koyduğu bilgi anlamında kullanılmış bir epistemolojik ke­limedir.  Akıl yoluyla ulaşılan bilgiden farklı olarak değişen dünyaya dair bildikle­rimizi ortaya koyar. 

Alexander G. Baumgarten, "Aesthetica" adlı yapıtıyla estetiği bir bilim olarak ele alan ilk felsefecidir. Baumgarten rasyonalistlerin kullandığı "akıl yoluyla açık ve seçik olarak bilinen" ve "du­yular yoluyla açık ve seçik olarak bilinemeyen" kavramlar ayrımını temel alarak es­tetiği açık ve seçik olmayan bir bilginin yani duyusal bilginin bilimi olarak tanım­lamıştır. Açıklık ve seçiklik rasyonel bilginin ölçüsüyken açık ve seçik olmamak (bulanık olmak) duyusal bilginin (estetik bilginin) ölçüsüdür. İşte duyusal bilginin mantığını araştıran alanın adı da estetiktir.

Estatik mi Sanat Felsefesi mi?
Metafizin çerçevede "Güzellik Nedir?" sorusu ilk defa Platon'la birlikte sorulmuştur. Platon'un, ontolojik - epistemolojik boyutu olan idealar öğretisine göre, ideaların sıralamasında en üstteki idea iyi ve güzel ideasıdır. Estetik, sanat felsefesini de içine alan geniş bir araştırma alanıdır.
Felsefi bir estetik, güzel, hoş, narin, duygusal, zarif, gösterişli, çirkin, yüce, çocuksu gibi pek çok özelliği, sanatçı - sanat yapıtı - izleyici ilişkisini ve genel olarak sanatın niteliğini araştıran felsefenin bir alanını tanımlar.

Güzellik
Platon'da güzel olan yalnızca "Güzel İdeası"dır. Güzel İdeası dışında güzel olan her şey hep belirli bir açıdan, belirli bir zamanda güzeldir ya da bir başka şeyle karşılaştırıldığında güzeldir.

Güzelin ele alınışı aslında Platon'dan daha öncesine dayanır. Örneğin M.Ö. 6. Yüzyılda yaşamış olan Yunan­lı filozof Pythagoras Platon'un yaptığına benzer bir şekilde güzel olanı kendi evren anlayışının bütünü içerisine yerleştirmiştir. Ona göre en güzel şey uyumdur. Pytha­goras, evrenin adeta bir müziğinin, melodisinin olduğuna inanmış, gökyüzündeki yıldızların, ayın, güneşin dans ederek dönerlerken uyumlu bir ses çıkardıklarını id­dia etmiştir. İşte bu da ona göre güzel olandır.
Antik Yunan'da "güzel" kavramı ile "iyi" kavramı bir tutulur. Bunun için kullanılan sözcük: kalokagathia (kalos: güzel, agathos: iyi).

Aristoteles'te güzel üzerine detaylı bir araştırma yoktur. Yi­ne de güzellikle ilgili ondan öğrendiğimiz şey güzelin belli bir büyüklükle ilgili ol­duğudur. Buna göre, "çok büyük" ve "çok küçük" olan, yani kavrama gücümüzü aşan bir şey güzel olamaz. Bu görüşü önemsediğimizde, güzelin orantıyla ilgili olduğunu, matematiksel olarak belirlendiğini kabul etmemiz gere­kir. Aslında bu görüş Aristoteles'e hocası Platon'dan geçmiştir. Platon da son dönemlerinde Pythagorasçılardan etkilenerek güzeli matematiksel bir kavram gibi ele almıştır. Buna göre güzellik ölçülebilir bir şey olmuştur. Örneğin, bir çem­ber kendi başına güzeldir. Şimdi Aristoteles de güzellik konusunda Platon'dan et­kilendiğine göre Antik Yunan'daki güzellikle ilgili yaygın anlayışın kökeninin Pythagorasçılara dayandığını rahatlıkla söyleyebiliriz ki ölçülebilen güzellik görü­şü çeşitlenmekle birlikte günümüzde de hâlen korunmaktadır. 

Felsefeci ve Teolog Tertullianus güzeli şeytani bir şey, şeytan tarafından tohumları atılmış dünyevi arzuların gizli bir yanıltmacası, başka bir deyişle şeytanın bir oyunu olarak tanımlar.

Platinos'a göre, güzellik ilahi olanın yeryüzündeki tezahürü / görünümüdür. Augustinus'a göre, bir kimsenin ruh ve beden güzelliğine yaklaşması gerekir.

Yirminci yüzyıla felsefeciler güzel problemini kavramsal çözümleme problemi olarak ele almaya başlamışlardır. 

Çağdaş estetistikçilerden Guy Sircello güzelin ilkelerinin bulunabileceğini iddia ederek yeni bir güzellik kuramı ortaya atmıştır.

Sircello'ya göre hiç bir özellik kendi başına, genel olarak güzel değildir. Belirli bir nesneye uygulandığında ancak bir güzel olabilir.

1975'te yayınlanan "Yeni Bir Güzellik Kuramı" adlı yapıtında Sircello ağırlıklı olarak "renk güzelliği"ni araştırmıştır. Ona göre, limonun ekşiliği, tuvalet kokusu, sümüklüböceğin yapışkanlığı gibi örnekleri niteliksel derece özellikleri olarak kabul edilir.

Alexander Nehamas'ın tam bir tanım ni­teliğinde olmasa da güzele dair yorumuna kısaca bakarak bu bölümü tamamlaya­lım. Ona göre güzel, bir "mutluluk vaadidir". Bu ifadeyi Baudelaire'den almış olan Nehamas'a göre "mutluluk vaadi" şu anlama gelmektedir: Biz bir nesneyi bizi ken­disiyle ve ilgili nesne ağıyla süre giden bir uğraşın içine çektiğinde güzel buluruz. Bu ağlar kişiseldir ve evrensel geçerlilik beklentisini karşılamazlar. Ancak Nehamas'a göre mutluluk vaadi yine de sanat deneyimi için vazgeçilmezdir.

Sibley'e göre bir eseri estetik olmayan özelliklerden yola çıkarak tasvir etmek estetik özelliklerle ilgili bir tasvire yol açmaz. Ancak eserin estetik özelliklere sahip olduğu iddiasını desteklemek için estetik olmayan özellikler kullanılabilir. Örne­ğin, bir resmin soluk renklere ve yuvarlak çizgilere sahip olması onu zarif yapmaz. Diğer taraftan, bir kimse resmin zarif olduğu iddiasını desteklemek üzere resmin solgun renklere ve yuvarlak çizgilere sahip olması özelliklerine işaret edebilir. 

Estetik Deneyim: Tamamlanacak ya da tamamlanmış bir süreci temsil eder. Deneyimler "deneyim olma" bakımından aynı olsalar da birbirlerinden ayırt edilebilir özellikleri vardır.

Estetik Özne: Estetik bir tutumla estetik deneyim yaşayan, estetik nesneleri değerlendiren, yorumlayan, eleştiren kişidir.estetik bir tutumla estetik deneyim yaşayan, estetik nesneleri değerlendiren, yorumlayan, eleştiren kişidir. 

Estetik Nesne: Estetik deneyimin nesnesi, estetik öznenin yöneldiği nesnedir.

Estetik deneyim konusunda iki yaygın görüş bulunmaktadır. Bu görüşlerden biri biçimcilik diğeri ise bağlamcılıktır. Biçimcilik, estetik deneyimin nesnesini bi­çimsel özellikler olarak kabul eder. Renk, şekil, çizgiler, ses, yapı, kalıp gibi özel­likler biçimseldir. Buna göre bir kişinin estetik deneyim yaşaması dikkatinin ilgili nesnenin biçimsel özelliklerine yönelmesini gerektirir.. Biçimcilerin anladığı türden bir estetik dene­yim aynı zamanda kişinin söz konusu nesneyle kendisi arasına mesafe koyması an­lamına gelmektedir. Başka bir deyişle, deneyimi yaşayacak olan kişinin her türlü görüşünü, düşüncesini, inançlarını, istek ve hedeflerini bir kenara koyması bekle­nir. Böylelikle biçimciliğe göre estetik deneyim nesnelerin algılanabilir olan özel­likleri üzerinden değerlendirme yapmaktadır. 

Bağlamcılık: Biçimciliğin tam tersidir. Estetik deneyim için biçimsel özellikler tek başına yeterli olmaz, içerik son derece önemlidir. Hatta bağlamcılara göre kimi durumlarda içerik biçimden çok daha önemli olabilir. İçeriğe dikkat etmek, ilgili nesneyle araya mesafe koymamaktır. 

Darwin'in Evrim Kuramından Pragmatizme: Peirce ve Dewey

FELSEFE Ders Notları 3
Çağdaş Felsefesi 1
Darwin'in Evrim Kuramından Pragmatizme: Peirce ve Dewey


19. yüzyılda yaşanan bilimsel gelişmeler arasında, Batı Felsefesi'ni derinden etkileyen en önemli kuramlardan birisi, hiç şüphesiz, Darwin'in geliştirdiği evrim kuramıdır. Bazıları, Darwin'in bu kuramını Newton'un mekanik kuramı ile karşılaştırmakta ve Newton'un madde ve kuvvetler hakkında geliştirdiği fikirlere benzer biçimde, Darwin'in canlıların değişimi ve çeşitlenmesini açıkladığını iddia etmektedirler.

Darwin teorisine göre genlerde tesadüfen meydana gelen değişimler, bireylere çevreye uyum süreçlerinde farklı avantajlar sağlar ve çevreye en iyi uyumu sağlayan (doğal seçilim sonucu) hayatta kalır.

Bu kuramın felsefi bilimsel tartışmalar bakımında farklı sonuçları olmuş: Örneğin, İngiliz düşünür Herbert Spencer bu düşünce biçimini tarihe ve topluma uygulayarak toplumsal darwincilik adı verilen kuramı, psikoloji alanında William James işlevsellik kuramını geliştirmiştir. 

İşlevselcilik Kuramı: Zihinsel süreçleri ve davranışları organizmanın çevresiyle uyum süreci içerisinde ele almayı ön plana çıkarmaktadır. Davranışcılığın gelişmesinde belirleyici etkisi olmuştur. 

Charles Sanders Peirce (1839-1914)
Peirce, gerçekliğin özü itibariyle zihinsel bir içeriği olduğunu ve akli bir amaca doğru değindiğini savunmuştur.

Peirce genel olarak hassas ölçümleme konusuyla ilgilenmiş, sarkaçlar kuramına katkılarda bulunmuş 1886 da mantıksal işlemlerin elektrik devreleri tarafından gerçekleşebileceğini iddia etmiş, modern bilgisayarların işleyişini henüz o zaman ön görmüştür.

Peirce erken yaşlarda felsefe de mantık ve olasılık kuramı üzerine ilgilenir. Kant ve Hegel'in metinleri üzerinde çalışır.  

Aristoteles mantığının aşılıp günümüz mantığının gelişmesi 19. Yüzyılın ikinci yarısında özellikle Gottob Frege'nin katkılarıyla olmuş, öte yandan Peirce'ın da çalışmalarının da etkisi tartışılmaz. 

Frege özellikle tümdengelimsel mantığın ayrılmaz parçası olan niceleme mantığını geliştirmiş Peirce de bunun üzerinde çalışmalar yapmış. Öte yandan Peirce'in ilgisi bunlarla sınırlı kalmamış ve bilimlerin gelişimi açısından son derece önemli olan tümevarım mantığı konusunda da özgün çalışmalar yapmış. Ayrıca olguları en iyi biçimde açıklamaya çalışan abdüktif konusu ile de ilgilenmiş. Bilim ve mantığa olan bu ilgisinin yanında Peirce ayrıca metafiziksel bir dizgede geliştirmiş. Peirce gerçekliğin özü itibariyle zihinsel bir içeriği olduğunu ve akli bir amaca doğru devindiğini savunmuştur.

Abdüktif: Akıl yürütme ile en iyi açıklamaya ulaşma anlamına gelir.

Pragma: Amel ya ada fiil anlamına gelen yunanca sözcüktür.

Hristiyan Orta Çağı ve Augustinus

FELSEFE Ders Notları 4
Tarih Felsefesi 1
Hristiyan Orta Çağı ve Augustinus

Orta Çağ Kültürünün ve Felsefesinin Temel Özellikleri
Plotinos: Yeni Platonculuk adı verilen akımın başlıca filozofudur. Mistik - Panteist bir düşünce ortaya atarak her türlü maddeciliğe tutarlı biçimde karşı çıkmıştır.  Geliştirdiği düşünceler için her zaman Platon'u model aldığını ve öğretisini Platon'un felsefe sisteminden yola çıkarak oluşturduğunu ifade eden düşünürdür. Platinos'a göre gerçek, maddeden oluşmaz; salt tinsel niteliktedir. 

Plotinos Panteizmin felsefe tarihinde bilinen başlıca temsilcilerinden biridir.

Panteizm: Kökeni Yunancaya dayanan, dilimize tüm tanrıcılık biçiminde de çevrilen metafizik anlayıştır. Panteizmde, her şey Tanrı'nın bir parçası olarak kabul edilir, Tanrı her şeydir ve her şey Tanrı'dır. Tanrı doğada, nesnelerde, insan dünyasında vardır.

Platinos'a göre tüm var olanlar, "Bir"in kendisinden taşması sonucu il Akıl'ı, onun evren ruhunu, evren ruhunun tek tek ruhları ve son olarak da ruhların maddeyi meydana getirmesi sayesinde oluşmuşlardır.

Türüm Teorisi - Sudür Teorisi: Varlık hiyerarşisinde en alt basamak olarak kabul edilen maddi her şey, aslında Bir'den bir zerre taşımaktadır düşüncesinin yer aldığı öğretidir.

Antik Çağ Yunan Dünyasında Tarih Anlayışı

FELSEFE Ders Notları 4
Tarih Felsefesi 1
Antik Çağ Yunan Dünyasında Tarih Anlayışı

Homeros ve Hesiodos
İlyada ve Odysseia, Homeros'un bilinen en önemli iki destanıdır. Bu destanlarda kahramanlık, din ve gelenek konuları ağırlıklı olarak yer tutmaktadır.

Hesiodos, MÖ 8. yüzyılda yaşamış olan, Antik yunan tarih düşüncesini ana hatlarıyla ortaya koyan ilk düşünürdür.

Hesiodos'un yapıtları: Theogonia, İşler ve Günler

Hesiodos; zaman ilerledikçe insanların tanrılardan uzaklaştıkları, bozuldukları ve kötüleştikleri görüşündedir. Hesiodos "İşler ve Günler"  adlı eserinde insanın geçmişi ve geleceği konusunda kendi öngörülerini ele almıştır.  

Thegonia'da evrenin oluş sürecini,  tanrıların özelliklerini ve görevlerini, insanın ortaya çıkışını ele almış, tanrıların tarihini anlatmıştır. 

Hesiodos'un Çağlar Öğretisi
Hesiodos çağlar öğretisinde çağlar ve çağların özellikleri üzerinde durmuştur. 
  • Altın Soylular Çağı - Altın Çağ: İnsanları en mükemmel olan çağ.
  • Gümüş Soylular Çağı - Gümüş Çağ: Bu çağ'da doğan çocuklar yüzyıl boyunca çocuk kaldıktan sonra başlarıdertten kurtulmayan, ölçüsüz,, saygısız, kavgacı kişiler olurlarmış.
  • Tunç Soylular Çağı: İşleri güçleri saldırmak ve öldürmek olan, korkunç, kuvvetli, sonunda birbirlerini yok etmiş olan insanların çağı.
  • Dördüncü Soy: Zeus'un yarattığı yeni nesil, tunç ve gümüş çağının insanlarından daha doğru, daha yürekli, yarı tanrısal özelliklere sahip olmuş, çetin savaşlarda büyük kargaşalarda yaşama veda etmişlerdir. Hesiodos'a göre bu nesilden bazılarını Zeus Okeanos'un çevresindeki adalara yerleştirmiş ve mutlu bir yaşam sürmelerini sağlamıştır.
  • Beşinci Soy (Demir Soyu): Hesiodos'un yaşadığı çağ. Hesiodos, beşinci soy'un, insanlarını gündüzleri didinip ezilen, geceleri kıvranan, sürekli belalarla uğraşan, çok az sevinç yaşayan kimseler olarak anlatmıştır.
  • Altıncı Soy: İnsanları en bozulmuş ve en kötü toplumlardan oluşan çağ. Hesiodos kendinden gelen soyu insanlığın çöküşü olarak görmüştür. Güçlü olanın haklı sayıldığı, kötülerin ve halaksızların sürekli arttığı bir ortamda utanma duygusu kalanlar tanrılara sığınırken, insanlar acılarla baş başa kalacaktır.
Pindaros
Pindaros, Olympian Odes'da Rodos'un efsaneye dayalı tarihini anlatmıştır.Pindaros Antik Yunan medeniyetinin ozan - düşünürlerindendir.  İlk kez tarih olaylarını zaman boyutunda değerlendirmiştir.

Tarih Felsefesi Nedir?

FELSEFE Ders Notları 4
Tarih Felsefesi 1
Tarih Felsefesi Nedir?


Tarih Felsefesinin Anlamları
Eski Yunancadaki historein sözcüğü araştırma yoluyla bilme ve öğrenme, hikayeleme ve tarih anlamlarına gelmektedir.

İslam medeniyetlerinde tarih, tanık olunmuş olayları kayıt altına almak üzere yıllıklar yazma anlamında kullanılmıştır. 

Ayhan Bıçak'a göre tarih, şimdi ile geçmiş arasındaki ilişkilerin nasıl olduğunu gösteren yol haritasıdır.

Tarihin Çağımızdaki Anlamları
  • Zaman Dizinsel Anlam (Kronolojik)
  • Geçmişin tümü olan tarih
  • Geçmişe ilişkin araştırmalar yapan bir çalışma alanı olarak tarih
Vico, ilkel insanın başlattığı gelişmelerden ne çıkacağını önceden gördüğü fikrini temelsiz bulmaktadır. Vico'ya göre tarih salt insan zihninin bir ürünü değildir, insan doğası ancak tarih aracılığıyla anlaşılabilmektedir.

Raymond Aron, tarihe dar anlamıyla insan geçmişinin bilimi, geniş anlamıyla kültürün, türlerin, gökyüzünün ve yeryüzünün araştırılması tanımını getirmiştir. Bu tanımlamayı yaparken de doğa ve insan ilişkisini göz önünde bulundurmuştur.

Rönesans ve Modern Felsefenin Toplum ve Devlet Öğretileri

FELSEFE Ders Notları 3
Siyaset Felsefesi 1
Rönesans ve Modern Felsefenin Toplum ve Devlet Öğretileri


Rönesans Toplum ve Devlet Öğretileri
Orta Çağ'ın Tanrı Devleti tasarımının temsilcisi Kilise olmasına karşın Rönesans'la (Yeniden Doğuş) birlikte  Orta Çağ'ın bu dinsel anlayışının yerini "bu dünya"ya bağlı olmak isteyen bir anlayış aldı.

Rönesans'ta ortaya çıkan düşüncelerin içinde en önemlisi İtalya'daki Rönesans siyasal öğretilerine de temel olan Hümanizm akımı olmuştur. 

Rönesans'ta ulusal bilinç uyanmaya başlamış ve Orta Çağ Tanrı Devletinin evrenselci yapısı yıkılıp yerini Kilise'nin egemenliğinden kurtulmuş ulusal devletler çokluğu almıştır.

Niccolo Machiavelli ve Laik Devlet Kuramı
Machiavelli  Eski Çağ'ın devlet görüşüne dönmek isteyen İtalyan siyaset felsefesi kuramcısıdır. 1513'te yazdığı Hükümdar adlı eserle Eski Çağ'ın devlet görüşüne dönmek istemiştir. Ulusal ve Laik bir devlet anlayışı ortaya koymuştur.

Eskiçağ ve Ortaçağın Toplum ve Devlet Öğretileri

FELSEFE Ders Notları 3
Siyaset Felsefesi 1

Eskiçağ ve Ortaçağın Toplum ve Devlet Öğretileri

Siyaset Felsefesi tüm kavram ve sorunları amaca uygun olmaklık açısından eleştirel olarak ele alır.

Devletin amacı onun varlık nedeni olup, devlet toplumun ahlakça olgunlaşması ya da toplumun bütün olarak mutluluğunu sağlamak için vardır. Eski Çağ'daki toplum ve devlet düzenine yönelik eleştiriler Platon ve Aristoteles'in devlet kuramlarıyla başlayan bir siyaset felsefesidir.

Orta Çağ düşüncesinde devletin amacı, yeryüzünde Tanrı devletini gerçekleştirmek olan bir teoloji ortaya koymuştur.

Rönesansla başlayan Yeniçağ, Tanrı merkezli devlet anlayışının yerine laik bir devlet anlayışı ortaya koymuştur. Macchiavelli, "Hükümdar" adlı eserinde ilk ulus devlet kavramını ortaya atmış, modern siyaset kuramının temelini oluşturmuştur.

Felsefe tarihinde Sokrates öncesi döneme, Presokratik dönemi adı verilir. Bu dönemin filozoflarının ilgisi doğa felsefesi olup, onlar için doğada olduğu kadar toplumda da bir uyum ve düzen olması gerekliydi. Presokratik filozoflar doğa yanında insan ve toplum sorunuyla da ilgilenmişlerdir.

Siyaset Felsefesine Giriş

FELSEFE Ders Notları 3
Siyaset Felsefesi 1
Siyaset Felsefesine Giriş


Felsefe, Eski Yunan'da ortaya çıkmış olan, varlığa, bilgiye ve insanın yapıp etmelerine ilişkin sorunlara ussal açıklamalar getirme, bu sorunları eleştirel bir şekilde düşünme etkinliğidir. 

Felsefede Ussallık ya da Temellendirme Kavramı: Herhangi bir soruna, akla dayalı söz anlamına gelen "logos"lu bir açıklama getirmektir.

Polis Kavramı: Eski Yunan siyasal yaşamı şehir-devletler içinde gelişmiştir. Eski Yunancada şehir-devlete karşılık gelir, aynı zamanda şehir-devlet içindeki yurttaşlar topluluğu anlamına da gelir.

Siyaset Terimi ve Politika: Sözlük anlamı olarak "devlet işlerini düzenleme ve yürütme ile ilgili bir insan etkinliği" olarak bilinen siyaset terimi, kökenbilimsel olarak Eski Yunancada geçen "politika" sözcüğünden gelir ve terimin Yunanca karşılığının  da gösterdiği gibi polis yaşamına ait etkinlikler anlamı ifade eder.

Ne olduğu her şeyden önce insanın ne olduğuyla yakından ilişkili olan siyaset hem bir insan etkinliğinin adı olarak hem de bu etkinliği nesne edinip bu konu üzerine bilgiler ortaya koyan bir bilgi alanıdır. 

Modern Sosyoloji Tarihi Kısa Notlar

FELSEFE Ders Notları 2
Modern Sosyoloji Tarihi
Kısa Notlar

İşlevselcilik: Toplumsal düzenin nasıl kurulduğu ve sürdürüldüğünü ortaya koymaya çalışır. Anlamlar ya da yorumlardan çok, toplumsal yapıyla ilgilenir. İşlevselcilik, yapısalcı sosyoloji geleneği içerisinde yer alır. Ayrıca işlevselcilik kökleri pozitivist geleneğe uzanan makro ölçekli bir yaklaşımdır.

Sosyolojide işlevci yaklaşımın ilk temsilcileri Comte, Spencer ve Durkheim’dir.

Sosyal sistemlerin ahlaki varlıklar olduğunu ilk kez vurgulayan Durkheim’dir.

Yöntemli Şüphecilik: Gerçek dünyada hiçbir şeyin bilimsel incelemenin konusu dışında kalamayacağı düşüncesidir.

Merton'un, anomi durumunda bireyler açısından beş adaptasyon tipi:
  • Uyum sağlama
  • Yenilik getirme
  • Kuralcılık
  • Vazgeçme
  • Başkaldırma
Merton’ın işlevsel analizde eleştirdiği varsayımlar: 
  • Toplumun işlevsel birliği, 
  • Evrensel işlevselcilik 
  • İşlevsel zorunluluk 
Standartlaşmış toplumsal ve kültürel biçimlerin ve yapıların tamamının olumlu işlevleri olduğu varsayımına evrensel işlevselcilik denir.

Mills’e göre iktidar seçkinleri: Büyük şirketler, Ordu ve Federal Hükümet.

Mills’in eserleri: 
  • Beyaz Yakalılar: Amerikan Orta Sınıfları 
  • Karakter ve Toplumsal Yapı
  • İktidar Seçkinleri 
  • Sosyolojik İmgelem 
  • Toplumbilimsel Düşün 
  • Dinle Yankee: Küba’da Devrim 
  • Marksistler
Dahrendorf’a göre postkapitalist toplumda çatışmanın temeli otoritedir. 

Dahrendorf, Coser, Lockwood, Aron adlı düşünürlerin çalışmaları, çatışma teorisi adı altında değerlendirilmektedir.

Sembolik etkileşimciliğin temel varsayımları: 
  • Semboller, toplumsal süreçlerde ortaya çıkar ve paylaşılır. 
  • Benlik, toplumsal bir kurgudur. 
  • "Sempatetik içe bakış" sorgulamanın zorunlu bir biçimidir. 
  • Semboller, insan davranışını etkilemesi bakımından önemlidir.
Sembolik etkileşimciliğin kurucusu George Herbert Mead’dir.

Sempatetik içe bakış sorgulamanın zorunlu bir biçimidir. Araştırmacının, toplumsal aktörün özneler dünyasına girmesi ve kendini onun yerine koyarak bakması gerektiği varsayımıdır.
 
Weber, sosyolojik çözümlemenin odağına toplumsal eylem kavramını yerleştirmektedir.
 
Fenomenoloji: Fenomenleri deneyimleyen insanların zihinsel süreçlerine odaklanan Fenomenoloji, bir felsefi ekol olarak Edmund Husserl tarafından geliştirildikten sonra Alfred Schutz tarafından sosyolojik bir yaklaşım haline getirilmiştir. Fenomenoloji ile sosyoloji arasındaki köprüyü kuran kişi Husserl’in öğrencisi olan Alfred Schutz’dur. (1889-1959)
 
Fenomenolojide sağduyu ve deneyime dayalı bilgileri bir kenara atma sürecine paranteze alma, fenomenolojik indirgeme veya epoche denmektedir. 
 
Fenomenoloji, bireylerin eylemlerinin amaçsal eylemler olduğunu, dış koşullar tarafından belirlenmediğini savunarak pozitivist sosyolojinin hem birey ve toplum anlayışına hem de yönetimine tümden karşı çıkar.

Fenomenologlar bir yandan toplumsal dünyayı nesnel bir şekilde çalışabilmek için kendini toplumsal dünyadan geri çekmelidir. Dünyayı diğer insanların gördüğü şekliyle görüp anlamlandırabilmek için bilincini, anlayışını, hatta sezgilerini kullanmak zorundadır. Fenomenolojik indirgeme yöntemini kullanmaları gerekmektedir. İnsanların kendi dünyalarında ne gördüklerini, nasıl davrandıklarını, neler hissettiklerini merak etmelidir. İnsanların bütün duygu algıları, güdüleri ve hayal güçleri fenomenologların ilgi alanına girer.
 
Bir toplumsal örgüt ya da bir toplumsal ilişki gibi belli bir olgunun özünü görmek, keşfetmek ve bu olguya ilişkin bu tip soyut tipleştirmeler geliştirmek şeklinde gerçekleşen analize Husserl, eidetic analizi adını vermektedir. 
 
Etnometodoloji Alfred Scuhutz’un ve Talcott Parsons’ın çalışmalarına dayanılarak Harold Garfinkel tarafından geliştirilmiştir.

Etnometodoloji betimleme yapmaktan öteye gidememekle ve büyük teoriler geliştirememekle dar bir çevreye hitap etmekle ve sosyoloji tarafından kabul görmeye çalışmamakla eleştirilmiştir.
 
Etnometodoloji çok küçük toplumsal süreçlerle ilgilenmekle, "önemsiz" görünen konulara odaklanmakla eleştirilmiş, buna karşılık etnometodologlar bu eleştirilerin önyargılı olduğunu ve "güç" ya da "tabakalaşma" gibi olguların da gündelik yaşamdaki etkinliklerde üretildiğini ileri sürerek kendilerini savunmuşlardır. 
 
Etnometodoloji, yaşamı sadece bireysel gündelik yaşam etkinliklerinden oluşan bir şekilde ele almakla, savaş ya da işsizlik gibi dış etkenleri, yani toplumda gücün dağılımıyla ilişkili olan olguları dikkate almamakla ve eğer bireyler bazı olay ve olguların farkında değillerse bunlardan etkilenmeyeceklerini varsaymakla eleştirilmiştir. 
 
Etnometodologlar, bir yandan kendi iddialarına göre üyelerin yöntemlerini incelerken, diğer yandan aynı yöntemleri kullanmakla eleştirilmiş; bu eleştirilere yanıt olarak ise belirli bir empirik ortama genelleştirilmiş yöntemsel yönergeler uygulamanın tehlikeli olacağını belirtmişlerdir.

Ortaçağ Felsefesi II Kısa Notlar

FELSEFE Ders Notları 2
Ortaçağ Felsefesi II
Kısa Notlar

İslâm toplumunda ilk ciddi tartışma ve görüş ayrılığı Siyasal alanda ortaya çıkmıştır.

Kelamcılar için güvenilir bilgi kaynakları: Sağlıklı çalışan duyular, yöntemlice işletilen akıl ve nesnesiyle örtüşen uyumlu doğru haber (vahiy) olmak üzere üç güvenilir bilgi kaynağı vardır.

Kindî’ye göre cisimsiz cevherler:
  • Tümel kavram
  • Nefis
  • Ruh
  • Akıl
  • Ahlâkî değerler
Kindî’ye göre “her gerçekliğin altında yatan gerçeklik: Cevher

Eflâtun’un nefis anlayışına göre üç çeşit nefis vardır:
  • Düşünen nefis
  • Hayvanî nefis
  • Nebâti nefis
Râzî için ahlaki erdemlerle donanmanın esas yolu: Bilgiyle aydınlanmak ve adaleti ilke edinmek.
Akıl gücü, zihinde oluşan kavram birikimi ve bunların dil ile ifade edilmesi gibi anlamları dolayısıyla bir disipline adını veren terim, nutk’tur.

Fârâbî’nin damga basılmamış pürüzsüz mum benzetmesiyle açıkladığı, ancak faal aklın etkisiyle harekete geçip soyutlama yapabilen güç: Güç Halindeki Akıl

İslâm düşünce tarihinde Kindî’nin çalışmalarıyla başlayan felsefe hareketini Fârâbî terminoloji, yöntem ve problemleri açısından sistemleştirmiş, İbn Sînâ ise kendi dönemine kadar oluşan zengin felsefe birikimini yeni baştan işleyip büyük bir külliyat halinde değerlendirmiştir.

İbn Sînâ’ya göre felsefeden söz edilebilmesi için felsefenin içermesi gereken disiplin: Metafizik

“Felsefe” ile “hikmet”i eş anlamlı terimler olarak kullanan İbn Sînâ’ya göre en genel anlamıyla felsefe “insanın, eşyanın yahut bütün var olanların hakikatine vâkıf olmak suretiyle yetkinleşmesi”dir.
İbn Sînâ’ya göre Tanrı, metafiziğin incelediği bir “konu” değil, araştırdığı en temel “sorun”dur.

Gazzâlî’ye göre akıl teriminin dört farklı anlamı vardır.
İnsanın doğuştan getirdiği ve onu diğer canlılardan ayıran teorik bilgi edinme yetisi (garîze), bu yetinin zorunsuzun olabilirliği, imkansızın olmazlığı, bir kimsenin aynı anda iki yerde bulunamayacağı ve parça-bütün ilişkisi gibi ilk prensipleri idrak edecek düzeye ulaşmış hali, yaşam boyu tecrübe ve deneyimlerle oluşan bilgi birikimi ve bilgi edinme yetisinin olgu ve olaylar arası bağlantıları kestirme ve duygulardan bağımsız olarak yargıda bulunabilir düzeye ulaşmış durumu.

Gazzâlî’nin eserleri arasında en çok yankı uyandıran Tehâfütü’l-felâsife’dir.

Gazzâlî İslâm dünyasında filozoflara yönelik eleştirisini Filozofların Tutarsızlığı eseriyle dile getirmiştir. Bunun cevabı ise Tutarsızlığın Tutarsızlığı adıyla İbn Rüşd’den gelmiştir.

Aristoteles’in öğretilerini İslâm dünyasına en iyi aktaran, onu en güzel şekilde temsil eden, eserlerini inceleyen ve anlayıp yorumlayanlar Fârâbî ve İbn Sînâ olmuştur.

İnsanın mahiyetini belirleyen ve onu diğer varolanlardan ayıran ona özgü aklî fiilleridir.

İbn Rüşd, “Varlık” (Vücûd) terimi yerine, “hüvviyet” (kimlik), “zat” (öz), “şey” ve “vahid” (bir) terimleriyle eşanlamlı saydığı “mevcûd(var, varolan) terimlerini kullanmayı yeğlemiştir.

Sudûr Teorisini savunan düşünürler: İbn Rüşd, Fârâbî, İbn Sînâ

İbn Rüşd’ün tıp alanında kaleme aldığı eser: el-Külliyât

İbn Rüşd düşünce sistemini İnsan Gerçeği ekseninde temelleştirmiştir.

İbn Rüşd “hakîkat”ın varlık (ontoloji), bilgi (epistemoloji) ve ahlâk (ethik) ile alakalı üç boyutunun bulunduğunu dile getirmiştir.

İbnü’l-Arabî’nin tasavvuf, kelâm ve felsefe ile birlikte oluşturduğu ve Osmanlı’nın düşünce hayatını şekillendiren öğretisi: Varlığın birliği

el-Akâidü’l-Adûdiyye, Gazzâlî sonrası dönem Eş’arî kelâmcılarından Adudüddin Îcî tarafından kaleme alınmıştır. Eş’arî okulunu diğer mezheplerden ayıran özelliklere işaret eden müellif, hiçbir temellendirme ve tasnife tutmaksızın aynı zamanda ilk dönem kelâmının da konusu olan başlıca meselelere birer ikişer cümleyle değinmiştir.

Adudüddin Îcî’nin, Fahreddin Râzî çizgisini izleyerek kaleme aldığı el-Mevâkıf fî ilmi’l-kelâm, başta Osmanlı medreseleri olmak üzere bütün İslâm dünyasında yüzyıllar boyu ders kitabı olarak okutulmuş ve bazı İslâm ülkelerinde hâlâ okutulmaktadır. Dikkatlice bakıldığında Râzî’nin el-Mebâhisü’l-meşrıkiyye ve el-Muhassal’de yapmaya çalıştığı kelâm ile felsefeyi harmanlama işini Îcî’nin bu eserinde tamamladığı sonucuna ulaşılabilir.

Osmanlı medreselerinde okutulan Hidâyetü’l-hikme, Esîrüddin Ebherî tarafından kaleme alınmıştır. Eser mantık,  fizik ve metafizik bölümlerinden oluşmaktadır.

Bir düşünce hareketi olarak kelâmın amaçları:
  • İslâm inanç ilkelerini sistemli bir şekilde temellendirmek
  • İslâm inançlarını rasyonel bir şekilde açıklamak
  • Yabancı etkilerden kaynaklanan bid’atları etkisiz kılmak
  • İslâm’a yöneltilen eleştirilere cevap vermek
İslâm dünyasında, toplumun ihtiyaçları doğrultusunda yapılan ilk tercümeler tıp alanına aittir.

Orta Çağ'da Bilim ve Teknoloji

FELSEFE Ders Notları 2
Bilim ve Teknoloji Tarihi
Orta Çağ'da Bilim ve Teknoloji


Antik Çağ ve Modern Çağ arasında yer alan M.S. 395 ile M.S. 1450 arasındaki döneme, Rönesans düşünürleri tarafından Orta çağ adı verilmiştir.  

Bu çağ, nitelik ve yapı bakımından farklı özellikler taşıyan iki zaman dilimini içermektedir. 
  • M.S. İkinci yüzyıldan sekizinci yüzyıla kadar, Patristik Dönem ya da Karanlık Çağ, 
  • Sekizinci yüzyıldan onbeşinci yüzyıla kadar, Skolastik Dönem’dir. 
Her iki zaman diliminde de hıristiyanlığın savunularak, üstün kılınması öne çıkmıştır. Fakat özellikle, Patristik Dönem’de bilime karşı olan tutum daha dikkat çekicidir. Ortaçağ felsefesi, Hıristiyan düşünürlerin, antik dönem felsefesi karşısında yer alarak, onu yok etmek şeklindeydi. 

Hristiyanlar tarafından Ortaçağ'da yapılan matematik çalışmalarında iki matematikçinin adı geçmektedir: Leonardo Fibonacci ve Jordanus Nemorarius.

Leonardo Fibonacci: İslam dünyasındaki matematik çalışmalarını ve Hint-Arap sayı sisteminin Avrupa ülkelerinde tanınmasını sağlayan matematikçidir. Günümüz matematikçileri Fibonacci'yi kaleme aldığı Liber Abaci isim eserinde geçen problemler tanırlar.

Jordanus Nemorarius: Avrupalı matematikçidir. Altı farklı önemli konuda Latince kaleme alınmış eserleri vardır. Bu eserlerin başlıkları Mekanik Scientia de Ponderibus-Ağırlıklar Bilimi, Algorizmi Makaleleri, Aritmetik, Cebir, Geometri, Stereografik izdüşümüdür.

İbni Sina: Aristoteles ve onun düşüncelerinin Müslüman yorumcusu İbni Sina'nın düşünceleri, Hristiyan dünyasında Ortaçağ'da yapılan fizik çalışmalarının gelişmesini ve ele alınan konu başlıklarını etkilemiştir.

İbni Sina'ya göre "kasri meyil" (hareket etme isteği) cismin özelliğine göre farklılık gösterir.

Newton'un eylemsizlik ilkesinin temelini İbni Sina atmıştır.

Optik konusunda çalışmış ve bilimsel bir kimliğe kavuşmasını sağlamış bilim adamı Robert Grosseteste, ışık konusuna tamamen mistik ve metafizik bir yaklaşım ileriye sürmüştür. Şeyh el Maktül'ün mistik-metafizik yaklaşımından etkilenerek düşüncelerini mantık ve optik temeline oturtmuştur.

Optik alanında çalışmalar yapan bir diğer önemli bilim adamı da Witelo'dur. Witelo'ya göre, görme, gözden çıkan ışık ışınları yla gerçekleşmez. Göz ve ışık ışınlarına dayalı teoriyi savunmayan tek bilim adamı Witelo'dur.
Roger Bacon : Doğa araştırmalarındai doğru bilgiye ancak deney yaparak ulaşılabileceğini savunarak, bilimsel bilginin elde edilmesinde deneysel yöntemi ifade eden ilk bilim adamı olmuştur.

Hareketle ilgili en önemli çalışmaları yapanlar: Oxford Üniversitesindeki Merton Koleji'nde çalışan dört matematikçidir. Thomas Bradwardine, Richard Swineshead, John Dumbleton, William Heytesbury. Bu grup, değişme ile hareket arasındaki ilişkiyi irdelemiştirler. Hareket de bir nitelik olarak kabul edilmiştir. Hareketin de bir şiddeti vardır. Bu şiddetin hız olduğuna karar vererek, hızın nasıl değişeceğini irdeleyerek, hareketin ivmeli hareket olmasına karar vermişlerdir. Yani ivme kavramını keşfetmişlerdir.

Personalizm: Ortaçağ düşünce sisteminde Personalizm düşünce sisteminde Tanrı insanın sahibidir. İnsan insanı sevmelidir. Çünkü Tanrı insanı sevmektedir. Yani Tanrıya karşı sorumlulukları olan insanın diğer insanlara karşıda sorumlulukları vardır. Tanrı'nın yarattığı evrenin her öğesi birbiriyle ilişkilidir, yani evren muhteşem bir organizmadır. Her öğenin bir amacı vardır.,  insanda bu evrende bulunduğu için, bir amaç uğruna Tanrı tarafından yaratılmıştır.

Orta Çağ İslam Dünya'sında bilimsel gelişmelerin yaşandığı üç önemli kurum:
  • Beytül Hikme (Bilgelik Evi)
  • Gözlemevleri
  • Rasathaneler
Beytül Hikme'nin önemli görevi: Dönemin ünlü astronom, matematikçi ve hekimlerini biraraya getirmek ve bilimin çeşitli alanlarındaki belli başlı yapıtları çeşitli dillerden ve özellikle Yunanca'dan Arapça'ya çevirmekti. Bu kurumun müdürlüğünü dönemin önemli bilim adamları yapmıştı. Fadl İbn Nevbant ve El Harezmi vd.

Ünlü İtalyan Şairi Dante'yi etkileyen ve dört kitaptan oluşan felsefe, siyaset ve ahlakla ilgili Convivio isimli eserinin ikinci kitabını astronomiye ayırmasına sebeb olan bilim adamı Fergani'dir.

İlk gözlemevleri, Orta Çağ İslam Dünyasında kurulmuştur.

İslam Dünyasındaki ilk hastane, Emeviler döneminde Şam'da kurulmuştur. Bu hastanede Hint tıbbının etkili olduğu söylenmektedir. İkinci Hastane Kahire'de, Üçüncü hastane ise Abbasi Halifesi Mansur zamanında Bağdat'ta kuruldu.
Abdulhamit İbn Türk: Dokuzuncu yüzyılda yaşamış, sayılar teorisi ve cebir alanında çalışmıştır. Harezmi'nin çağdaşıdır.

Sabit İbn Kurra: Çinlilerden sonra sihirli kareleri inceleyen ilk matematikçidir. Bir açının üçe bölünmesi ve Pisagor teoreminin genel ispatı gibi çalışmalar yapmıştır. Harran'da doğmuştur.

Ömer Hayyam: Astronomi, fizik, matematik, cebir ve tıp alanında çalışmalar yapmıştır. Hayyam Pascal üçgeni olarak isimlendirilen yöntemi Pascal'dan yüzlerce yıl önce bulmuştur. Bu nedenle bilim tarihçileri Pascal Üçgeni yerine Hayyam Üçgeni ismini kullanmaktadırlar. 

Battani: Gökküre bölümleri üzerine çalışmalar yapmıştır. Hint matematikçi ve astronomu olan Aryabhata'dan bağımsız olaraki sinüs ve tanjantın hesaplamalarda kullanımlarını ele alarak, modern trigonometrinin temelini atmıştır. Harran'da doğmuştur. Bugüne ulaşan tek kitabı: Zic-i Sabi

Orta Çağ İslam Dünyasında;
Mekaniğin öncü bilim adamı İbn Sina
Optiğin öncü bilim adamı İbn el Heysem'dir.

Cabir bin Hayyan: Teorik ve deneysel çalışmalarıyla kimyanın gelişmesinde önemli rolü olmuştur.
Zehravi: İslam dünyasının en ünlü cerrahıdır. Kaleme aldığı el Tasrif  eserinde dönemin cerrahi bilgilerini ve yeni yöntemleri tanıtmıştır.

İbn Nefis: Şam'da ve Kahire'de hekimlik yapmıştır. İbni Sina'nın Kanunu'nun Anatomi bölümü için Açıklama isimli eserinde Galen'in kan dolaşımı ile ilgili görüşlerine itiraz ederek düzeltmiştir.

El Hazini Kitab: Mizan el Hikme (Hikmet Terazisi) kitabında su terazisini geliştirmiştir. El Mizan el Cami (Toplayan Terazi) adını verdiği terazi, iki metre uzunlukta, iki santimetre kalınlıkta  bir tahta parçasından oluşuyordu. Bu terazi son derece hassas olup, 4,5 kilogramda 0,75 gramlık farkı bile gösterebilecek kadar duyarlıydı. Sultan Sencer'in himayesinde yaşamıştır.

İlhanlı hükümdarı Hulagu tarafından kurdurulan Meraga gözlemevinin kurucusu: Nasıruddin Tusi'dir. Önemli Eseri : el-Zic el İlhani

Roma Döneminde Bilim ve Teknoloji

FELSEFE Ders Notları 2
Bilim ve Teknoloji Tarihi
Roma Döneminde Bilim ve Teknoloji


Epikürcülük ve Stoacılık

Epikuros: M.Ö 340 ile M.Ö 270 arasında yaşamıştır. Helenistik dönem düşünürlerindendir. Sisam adasında doğmuştur. Aristoteles'in ölümünden sonra kurulan Stoacılık ve Epikürcülük şeklindeki iki okuldan birinin kurucusudur. Ahlak felsefesin ve bilgiye olan yaklaşımında kuşkuculuk olarak özetlenebilen düşüncesi M.S. dördüncü yüzyıla kadar etkisini sürdürmüştür. Atomsal Evren düşünürlerinden ders almıştır. 

Epikuros'un Ahlak felsefesinin ana düşüncesi, mutluluk, amacı, insanın mutluluğa giden yolunu araştırmaktır. İnsan, Tanrı ve ölüm korkusundan kurtulmalıdır. Bunun için kuruntular ve önyargılardan arınmak gereklidir. Epikuros, ruh konusunuda maddesel olarak açıklamıştır. İnsan ruhu maddesel niteliğe sahiptir, başka şekilde varolamaz. Ruhun dört öğeden oluştuğunu  ifade etmiştir: Ateş, nefes, hava ve tanımlanamayan dördüncü bir öğe. Bunlardan ilk üçü bedensel parçayı oluşturur, dördüncü ise ruhsal parçayı oluşturur. İnsan öldüğünde bu öğeler birlikteliklerini yitirirler. Böylece ölümsüzlük yada yeniden dirilme diye birşey yoktur.  Epikuros'un bu konudaki sözü etkileyicidir: "Ölümden korkmak anlamsızdır. Çünkü yaşadığımız sürece ölüm yoktur. Ölüm geldiğinde ise biz yokuz."

Stoacılar, hiç kimsenin kendisine ilişkin olayların tümünü denetleyemeyeceğine, en mutlu kişilerin başlarına iyi ve kötü ne gelirse gelsin, bundan etkilenmeyen kişiler olduğuna inanırlardı. İlk Stoacılar, Stoa'da toplanarak felsefe, inanç ve yaşama ilişkin düşüncelerini tartışırlardı. Bu akımın kurucusu M.Ö. 310 yıllarında yaşamış olan Kıbrıslı Zenon'du.

Zenon, bir insanın zenginlik, mutluluk ve sağlığa, erdemle ulaşabileceğine inanıyordu.

Pilinius İtalya'nın Como şehrinde M.S 23 yılında doğmuştur. Roma'da eğitim görmüştür. Güzel sanatlar tarihini ele alan eserleriyle sanat tarihçileri tarafından tanınmaktadır. Bilim dünyası ise onu Naturalis Historia (Doğa Araştırmaları) adlı eseriyle tanımaktadır.

Bu eserde: Evren, İnsan Anatomisi ve Fizyolojisi, Zooloji ve Botanik konuları işlenmiştir.

Menelaus M.S 70 ve M.S 140 yılları arasında, İskenderiye'de yaşamış, matematik, astronomi ve fizik çalışmaları yapmış Yunanlı bir bilim adamıdır. Yay uzunluklarının ölçülmesi ve küre yüzeyine çizilen üçgenlerle ilgili altı ciltten oluşan eseri vardır. Küresel üçgenlerin iç açılarının toplamının, düzlemsel üçgenlerden farklı olarak, 180° den büyük, küçük veya eşit olabileceğini belirterek, bunu kanıtlayan ilk bilim adamıdır.

Diophantos, M.S. 214 ile M.S. 298 yılları arasında İskenderiye'de yaşamış ünlü matematikçidir. M.S üçüncü yüzyılda Roma toplumu bilimsel gerileme dönemini yaşarken ayrıcalıklı bir bilim adamı olmuştur. Yazdığı Aritmetik kitabının içerisinde bir bölümü cebire ayırarak ilk kez cebirsel ifadeleri yazarken sembolleri kullanmıştır.

Batlamyus, M.S. 85 ile M.S. 165 yılları arasında, İskenderiye'de yaşamış olan Batlamyus (Yunanca adıyla Klaudyos Ptolemaios), astronomi, matematik, coğrafya, optik dallarında çalışmalar yapmıştır. Fakat en çok anstronomi alanındaki çalışmalarıyla tanınmıştır.

Batlamyus, Almagest isimli eserinde, dünyayı çevreleyen gökyüzü ile ilgili olguları tanıtmak için gereken geometrik bilgileri vermektedir. Aristoteles fiziğini baz alan bu kitapta, evren küre şeklinde olup, yerküre bu evrenin merkezinde hareketsiz durmaktadır.

Batlamyus coğrafya ile ilgili çalışmalarını Coğrafya isimli eserinde toplamıştır. Bu kitabın içeriği matematiksel coğrafya olarak isimlendirilebilir. Kristof Kolomb'un içinde bulunduğu bir çok kaşifin bu kitaptan yararlandığı söylenir. Bu kitapta, iklim, doğal bitki örtüsü  gibi fiziki coğrafya ile ilgili bilgiler yoktur.

Kristof Kolomb'a Batı'dan Doğu'ya giderek tekrar Batı'ya ulaşma cesaretini Coğrafya kitabı vermiştir. Ve böylece Amerika'nın keşfedilmesi mümkün olmuştur.

İyi bir Optik araştırmacısıda olan Batlamyus, Heron'un gözden çıkan ışınların cisimleri aydınaltarak görülebilir hale getirmesi düşüncesini benimsemiştir.

Strabon, M.Ö 64 ile M.S 24 yılları arasında Amasya'da yaşamış ve coğrafya konusunda çalışmıştır. Anadolu ve çevresinde yaptığı gezile sırasında edindiği bilgileri onyedi bölümden oluşan Coğrafya isimli kitabında toplamıştır.

Lucretius, M.Ö. 95 ile M.Ö. 55 yılları arasında yaşamış ve Sisam adasında doğmuş, Atomsal Evren Kuramının yanısıra Stoacılık ile Epikürcülük düşünce akımlarını benimsemiş Roma dönemi düşünürüdür. En önemli eseri De Rerum Natura'da (Varlıkların Doğası Üzerine), varlıkların nasıl oluştuğunu araştırarak, varlığı madde ve boşluk olmak üzere iki parçaya ayırarak, bunlardan maddenin atomlardan meydana geldiğini ifade etmiştir. Duyum, yani hissetme, duyumu oluşturan nesnelerden çıkan atomların duyu organlarına ulaşmasıyla gerçekleşir.

Milada yakın yıllarda yaşamış olan Celcus, tıp alanında çalışmıştır. Aynı zamanda döneminin ünlü bir hatibidir. Sekiz ciltten oluşan De Re Medicana (Tıbbi Konular Hakkında) isimli bir tıp kitabı yazmıştır.

Galenos, M.S.120 ile M.S. 200 yılları arasında İskenderiye'de yaşamış ve onaltıncı yüzyıla kadar Avrupa'da etkisini sürdürmüş önemli bir tıp adamıdır. Anatomi ve fizyoloji alanında çalışmalar yapmış, kendinden önceki çalışmalardan yararlanarak iyi bir sentez oluşturmuştur.
On üçüncü yüzyılda yaşamış olan Müslüman hekimlerden İbn-i Nefis, ölü insan vucudu üzerinde çalışarak, kalbin içerisinde iki karıncı arasında delikler olmadığını kanıtlamış ve böylece Galenos'un kan dolaşımı düşüncesini çürütmüştür.

Dioscorides Anadolu'daki Anavarza (Kozan)'da yaşamıştır. Materia Medica'da (Tıbbi Bitkiler) hakkında kısa bilgiler vererek bunların nerelerde bulundukları ve hangi hastalıklara iyi geldikleri konusunda bilgiler vermiştir. Dioscorides'in verdiği bitki adlarının çoğu bügün kullanılmaktadır. 

Vitrivius, M.Ö. 80 ile M.Ö. 15 yıllarında yaşamıştır. Roma döneminin en önemli mühendis ve mimarıdır. En önemli eseri De Architecture Libri Decem (Mimarlık Üzerine On Kitap) Orta Çağ sonu ve Rönesans dönemi mimarları, hatta on sekizinci yüzyıl  İngiliz mimarisini  de derinden etkilemiştir.

De Architecture Libri Decem (Mimarlık Üzerine On Kitap) eserinde tanımladığı Vitrivius Adam figürü olup, Leonardo Da Vinci tarafından 1487'de çizilmiştir.

Varro, Ansiklopedi yazarlarının ilklerinden olan Varro M.Ö 116 ile M.Ö 27 yıllları arasında yaşamıştır. Hastalıkların gözle görülemeyecek kadar küçük varlıklar tarafından bulaştıklarını ifade etmiştir. Havada, suda yüzen bu hayvancıklar insanların ağız ve burnundan vucuda girmek suretiyle tehlikeli hastalıklara yakalanmaya neden oluyorlardı.

Varro ayrıca Julius Caesar'ın kütüphanesindeki kitapların düzenlenmesinde çalışmıştır.

Roma Uygarlığı etkileyici teknolojilerin geliştirildiği bir dönem olmasına karşın yenilikçi ve ilerlemeci kabul edilmez.

Roma mimarisi uslup bakımından klasik Yunan mimarisiyle iç içedir. 

Thermae: Sağlık koşulları açısından büyük gelişmeler kaydeden Romada hamamlara verilen isim.
Cloaca Maxima : Roma evlerinde tuvalet, boru ile boşaltım tesisatı içeren karmaşık kanalizasyon sisteminin adıdır.

Roma Döneminde Kullanılan Teknikler: Beton Kullanımı, Cam Üfleme, Mozaik

Romalıların en başarılı oldukları bilim alanı : TIP

Antik Yunan ve Helenistik Çağda Bilim ve Teknoloji

FELSEFE Ders Notları 2
Bilim ve Teknoloji Tarihi
Antik Yunan ve Helenistik Çağda Bilim ve Teknoloji


Thales ve Öğrencileri
Milet'te varlıklı bir tüccar olan Thales, M.Ö.624 ile M.Ö.548 yılları arasında yaşamıştır. Lidyalılarla Persler arasındaki savaş sırasında, 28 Mayıs 585'te Güneş Tutulmasını önceden bildirerek, bu tarihte tutulmanın gerçekleşmesiyle her iki tarafıda hayrete düşürmüş böylece de savaşın sona ermesini sağlamıştır.

Thales bu bilgiyi M.Ö.603'te güneş tutulmasını Mısır'da izleyerek, Mısırlılardan öğrenmiştir. Yaptığı hesaplarla, takip eden güneş tutulmasının 18 yıl 11 gün sonra olacağını bulmuştur.

Thales matematik, astronomi ve doğa felsefesiyle uğraşmıştır. İlk Yunan matematikçisi olan Thales kendi gölgesiyle kendi boyunun eşit olduğu anda, piramidin gölgesini ölçerek piramidin yüksekliğini bulmuştur.

Geometriye ispat düşüncesini ilk kez Thales uygulamıştır.
İlk yunan Matematikçisi Thales'dir.

Thales'in Teoremleri:
  • Bir dairenin çevresindeki bir noktayı, çapın uçlarına birleştiren doğru parçaları arasındaki açı diktir.
  • Yarıçap bir daireyi iki eşit parçaya böler.
  • İki doğru birbiriyle kesiştiğinde karşıt açılar birbirine eşittir.
  • İki açısı ve bir kenarı eşit olan üçgenler birbirine eşittir.
  • İkizkenar bir üçgenin tabanına komşu olan açılar birbirine eşittir.
Thales'in Bilime Katkıları:
  • Evrende olan bitenleri mitolojik güçlere dayandırarak açıklamaya son vermiştir.
  • Evrendeki nesneleri tek maddeye indirgemiştir. Olup bitenleri evrensel bir ilkeye dayandırarak açıklamak yolunu açmıştır.
  • Geometriye ispat kavramını sokarak matematik düşünceyi ampirik işlemlerle sınılamaktan kurtarmıştır.
Anaximander: M.Ö. 610 ile M.Ö. 547 arasında yaşamıştır. Anaximander'e göre, evrenin temel yapı taşı, "sınırsız" ya da  "sonsuz" adını verdiği soyut yani maddesel olmayan bir kavramdır. Maddesel olmayan bu kavramın evrensel, bitmeyen, değişmeyen ve görünmeyen olmak gibi özellikleri vardır. Evrendeki bütün nesneler, tanımladığı bu kavramdan değişik özellikler taşıyarak oluşmuşlardır. Sıcak(ateş), soğuk(hava), ıslak(su), kuru(toprak). Dört nesne üzerine dayandırılarak geliştirilen bu evren düşüncesi yaklaşık ikibin yıl boyunca, kabul görmüştür. Anaximander gök cisimlerinin kökenini açıklayan bir teori ortaya atmıştır. Buna göre güneş ay ve yıldızlar ateş halkasının halkalara ayrışması sonucu meydana gelmiştir. Güneşi oluşturan halka, yer halkasının yirmiyedi, ay halkası ise yer halkasının ondokuz katı büyüklüktedir. Bu sayısal büyüklüklerin bilimsel bir anlamı olmaması karşın, ay güneş ve yerin karşılaştırılarak, ölçülebilir fiziksel nesneler olarak düşünülmesi ilginçtir.

Anaximanes: Thales'in öğrencisi olan Anaximanes, M.Ö 584 ile 524 yılları arasında yaşamıştır. Anaximander tarafından tanımlanan sınırsız kavramını gözlenebilir nitelikte olmadığı yani somut olamdığından dolayı reddederek, bunun yerine hava veya buharı evrenin temel yapı taşı olarak önermiştir. Bu düşünceye göre hava seyreltilirse ısınır, ateşe dönüşür, sıkıştırılan hava ise soğur.

Hekataeos: Milet'in Persler tarafından işgal edildiği dönemde yaşamıştır. Yaşamının bir dönemini Mısır'da geçirmiştir. İlk Yunanca coğrafya kitabı olan "Dünya Turu"nun yazarıdır.

Hekataeos çoğrafyanın kurucusu kabul edilir.

Pytagoras: Evrenin temel maddesinden çok varlığın ve değişmenin gerçek niteliği sorununa önem vermiştir. Düşüncelerini matematik üzerinde yoğunlaştırmıştır. Paytagorasçılara göre, sayı evrenin temel yapı taşıdır. Bütün doğal sayılar, 1 sayısından türemiştir. 1 sayısı, evrenin yapısını açıklayan bir kavramdır. 1 sayısı "noktayı", 2 sayısı "doğru" parçasını, 3 sayısı "üçgeni", 4 sayısı "piramit"i simgelmekteydi. Bunun yanı sıra sayılar arası orantı kavramı ilede ilgilenmiştir. Pytagorasçılar, Gergin tellerin boyunu değiştirmek suretiyle, değişik sesle elde edilebildiğinide bulmuşlardır.

Pytogaras'a göre evreni matematik yasaları idare eder.

Herakleitos: M.Ö 540 ile M.Ö 480 yılları arasında yaşamış olan Herakleitos, gerçeğin özünün sayılar değil, değişme süreci olduğunu ifade etmiştir. Her şeysürekli değişim içerisindedir. Duyularımızla algıladığımız her şey algılama anında vardır. Bir ırmakta aynı suyla iki kez yüzümüzü yıkayamayız.

Herakleitos'un Diyalektik Düşüncesi: Her şey bir akış içinde, değişim içindedir. Kalıcı bir şey yoktur.

Diyalektik Felsefe'nin kurucusu Herakleitos'dur.
Parmenides: M.Ö. 520 ile M.Ö 460 yılları arasında yaşamıştır. Hareket ve değişmenin duyguların aldanmasından başka bir şey olmadığını ileri sürmüştür. Asıl gerçeğin "olma" adını verdiği, değişmeyen, bitmeyen ve hareketsizlik özelliklerini taşıyan soyut bir kavram olduğunu ifade etmiştir. İnsan aklının olma kavramının karşıtı olan "olmama"yı kavrayamadığını savunmuştur.

Philolaos: M.Ö 470 ile M.Ö 385 arasında yaşamıştır. Philolaos'a göre diğer gezegenler gibi yerküre de bir yörünge etrafında dönmektedir. Bu evren modelinde, merkezde, yerküre değil, hareket etmeyen "merkezi bir ateş"in olduğu ve Yer, Ay, Güneş, o zamanlar bilinen beş gezegenin onun çevresinde yörüngelerde döndükleri düşünülüyordu.

Empedocles: İlk su saati deneyi. Su saati altında ve üstünde delik bulunan kapalı bir kaptır. Su saatinin alttaki deliği kapatılarak üstteki deliğinden doldurulan su, alttaki delik açıldığında kaptan boşalırken, boşalan suyun miktarından yararlanılarak zaman tayini yapılabiliyordu.

Leucippus ve Öğrencisi Trakyalı Democritos : Atomsal Evren Kuramı - Evrendeki herşey, fiziksel olarak bölünemeyen atomlardan oluşmuştur. Atom yunanca bölünemeyen anlamına gelmektedir.

Heredotos: Bodrum Halikarnas'ta doğan M.Ö 484 ile M.Ö 425 yıllarında yaşayan Heredotos hayatı boyunca yaptığı seyahatlarda gördüklerini ve duyduklarını Tarih isimli kitabında kaleme almıştır. Tarihçilerin Babası  olarak bilinir.
Hipocrates: En ünlü eseri Kutsal Hastalık'tır. Bugün sara veya epilepsi olarak bildiğimiz dengesizlik durumu, bu kitaba adını veren hastalıktır.

Socrates: Thales'le başlayarak M.Ö dörtyüzlü yıllara kadar süren materyalis görüşün ağır bastığı evrenin yapısını anlamaya yönelik çalışmalar dönemi, bu yüzyıl sonlarında doğa felsefesine tepki ile sona ermiştir. Bunu izleyen dönemde ana düşünce evren-insan olmuştur. M.Ö. 470 ile M.Ö 399 yıllarında yaşamıştır. Platon'a göre "en iyi, en akıllı ve en dürüst insan" olan Socrates yunan düşünürlerinin en tanınmışıdır. Başlıca amacı, "iyi, akıllı, adil insan yetiştirmek"ti. Yöntemi öğrencilere yönelttiği sorularla onları düşünmeye sevketmek ve doğruyu onların bizzat kendilerini bulmasını sağlamaktı. 

Platon: Doğru kabul edilen birkaç önermeden yola çıkarak, geriye kalan tüm önermeleri mantıksal olarak çıkarmayı hedefleyen tümdengelimsel yöntemi geliştirmiştir.  Platon'a göre bilim, yalnızca Matematik ve de özellikle Geometridir. Geometriye olan tutkusu şu iki görüşe karşı tepkisinden ileri gelmektedir:
  • Herşey akış içinde, değişim içindedir. (Herakleitos'un Görüşü)
  • Her türlü değer görelidir. (Sofistlerin Görüşü)
Platon'un Doğa Felsefesi: Mistik ve matematiksel olup astronomiyi matematiğin bir uzantısı olarak görüyordu. Platon yıldızları gözlemek yerine problem çözme yöntemini kullanmayı öğrencilerine öneriyordu. Bazı öğrenciler ise bu yöntemi benimsemeyip yıldızları gözlemeye devam ettiler. Bunlardan biride Eudoxus'dur. 

Platon'un Siyasetle ilgili düşünceleri "Cumhuriyet, Devlet Adamı ve Kanunlar" isimli üç kitabında yer almaktadır. 

Eudoxus Astronominin bilimsel teorisini kurmuştur.

Eudoxus Datça'da doğmuştur.

Her basit peryodik (kendini tekrarlayabilir) hareket, çember yada küre üzerinde meydana gelmektedir. Eudoxus'un modelinde bir küre bir gök cisminin gökyüzündeki hareketini gösterir. Bunun yanısıra başka küreler üzerinde de aylık, yıllık dönüşler yapılmaktadır. Bu çember ya da küreler eşmerkezlidir ve merkezde yerküre vardır. Ay, güneş ve gezegenlerin herbiri bir küre tarafından taşınıyordu. Kürelerin merkezleri ortak fakat yarıçapları farklıdır. Fiziksel olarak görünmeyen küreler matematiksel olarak anlam taşıyorlardı.

Aristoteles: Platon ve Atomsal Evren kuramına olan tepkiyi temsil eder. Dünya'yı anlamadan duyulara önem vererek, Platon'a, olguları nicel ve ölçülebilir açıdan inceleyerek, atomculara karşı çıkmıştır. Platon'a karşı çıkarak olumlu, atomculara karşı çıkarak olumsuz yönde bilimin gelişmesini etkilemiştir.

Aristoteles klasik mantığın kurucusudur.

Aristoteles'e göre Canlıyı Oluşturan Öğeler: Kan, Balgam, Kara Safra, Sarı Safra

Nesnelerin doğal yerlerine dönmek için yaptıkları harekete "doğal hareket" denir.

Öklid (Euclides): İskenderiye'de büyük bir matematik okulu kurmuş ve asıl ününü 40 yaşında kaleme aldığı Stoikheia (Elementler) isimli geometri kitabını yazmakla kazanmıştır. Bu kitap Yunan Geometrisinin düzenli bir sentezi olup yakın zamana kadar, bir çok ülkedeki geometri eğitiminin temelini oluşturmuştur. Aksiyom, postula, teorem ve ispatlara dayalı çalışma yöntemine dayalı olan bu kitabın, Batı düşüncesi üzerinde, İncil dışında kalan tüm kitaplardan daha etkili olduğu söylenmektedir.

Aksiyomlar: Doğruluğu apaçık kabul edilen fakat ispatlanmasına gerek duyulmayan temel önermeler olup bütün bilimler için geçerlidir.

Öklid Lübnan Sur kentinde doğmuştur.

Euclides'in Üç Uzay Özelliği: Uzay üç boyutludur, Uzay sonsuzdur, Uzay homojendir.

Appolonius: Antalya Perge şehrinde doğmuştur. İskenderiyedeki matematik okulunda yetiştikten sonra, tekrar Perge'ye dönerek "Konikler Hakkında" isimli geometri kitabını kaleme aldığı için "Büyük Geometrici" unvanıyla anılmıştır.
Işık Düşüncesini geliştiren İskenderiye dönemi Mühendisi Heron'dur.

Pytagorasçılar 10 sayısını kutsal kabul ederler ve bu sayı üzerine yemin ederlerdi.

İskenderiye Mekanik Okulu Kurucuları: Ctesibious, Heron, Philon

Tarih Öncesi Çağlarda Bilim ve Teknoloji

FELSEFE Ders Notları 2
Bilim ve Teknoloji Tarihi
Tarih Öncesi Çağlarda Bilim ve Teknoloji


Bilimin Kökeni: Bilimin kökleri çok eskilere gitmesine rağmen, bilgi ve düşünme türü olarak nitelendirebileceğimiz ve uygarlığın bir ürünü olan bilim aslında yeni bir kavramdır. Eski çağlarda, din, efsane, felsefe gibi ruhsal; el sanatları gibi günlük ihtiyaçları gidermeye yönelik uğraşlar dışında bugün bilim olarak adlandırılan ve özünde gözleme ve düşünmeye dayalı bir bilim anlayışından söz emek zordur. Fakat bu uğraşlar sonucu elde edilen bilgi, teknik ve kavramların daha sonraki çağlarda belirgin hale gelen bilimsel kavram ve işlemlere kaynaklık ettiği de gözardı  edilemez. Aslında bilimsel düşünmenin ve icat etmenin özünde biri dünyayı anlama merakı diğerinde ise yaşamı rahat ve güvenlik kıla gibi iki ihtiyaç yaratmaktadır.
Bu ihtiyaçlardan ilki, insanın tarihinde kuşaktan kuşağa aktarılan çeşitli yaşantı ve beceri biçimlerini kapsayan bir teknik geleneği, ikincisi insanoğlunun duygu, inanç ve düşüncelerini içinde toplayan bir ruhsal geleneği oluşturmuştur.

Bilim ve Teknolojinin Amacı: Nesnel bilgi ve tekniğin ortaya çıkışını, yayılmasını ve kullanılma koşullarını incelemek ve bir bakıma niteliği belli bir yöntemin, bir düşünme türünün hatta geniş anlamda bir  bakış açısının oluşmasını sağlamaktır.

Bilim ve Teknolojinin Görevi: Olgu (gerçek) ve buluşların bir katalog çalışması olmayıp, bilimsel kavram, kuram, teknik ve anlayışın doğuş ve gelişimini izlemek ve açığa çıkarmaktır.

Geniş bir açıdan bakıldığında bilimin ve teknolojinin uzun ve zorlu gelişiminde dört aşama görülür:
  • Mısır ve Mezopotamya uygarlıklarına rastlayan ampirik bilgi toplama aşaması
  • Eski Yunanlıların evreni açıklamaya yönelik akılcı sistemlerinin kurulduğu aşama
  • Ortaçağda Yunan felsefesi ile dinsel dogmaları bağdaştırma çabaları karşısında İslam bilim ve teknolojisinin parlak başarılarını kapsayan aşama
  • Rönesans sonrası gelişmelerin yer aldığı modern bilim aşaması.
Bilim ve Teknolojinin Tanımı: Evrenin yapısını ve davranışlarını gözlem ve deney yardımıyla sistematik bir şekilde incelenmesini ve yasalar biçiminde açıklamaya çalışan düzenli bilgi bütünü.

Bilimin Alanları:
  • Sosyal olaylar ve insan davranışlarını konu alan "Sosyal Bilimler"
  • Doğanın incelendiği  Fizik, Kimya, Biyoloji'yi içeren "Fen Bilimleri"
  • Bilimsel yöntemlerle elde edilen bilgilerin uygulamaya konulduğu "Uygulamalı Bilimler"
  • Hem Fen Bilimlerine hemde bazı Sosyal Bilimlere benzeyen ve bilim dili olarak adlandırılan "Matematik" 
Albert Einstein bilimi, her türlü düzenden yoksun duyu verileri ile düzenli düşünceler arasında uygunluk sağlama çabası, Bertrand Russell ise gözlem ve gözleme dayalı akıl yürütme yoluyla dünyaya ilişkin olguları birbirine bağlayan yasaları bulma çabası olarak tanımlamıştır.

Popper'a göre sadece bir tane evrensel yöntem vardır; olumsuz deneme ve yanılma yöntemi. Bu, bilim, matematik, felsefe, sanat vs. dahil insan zihninin tüm ürünlerini kapsadığı gibi, hayatın evrimini de kapsar.

Bilimsel Araştırmalarda Kabul Edilen Genel Yöntemler:
  • Algılama Yöntemi: Çıplak gözle ve duyu organlarımı ile yaptığımız ilk algılama
  • Gözlem Yöntemi: Algılama yönteminin derinleştirilmiş şeklidir. Duyu organlarının güçlerini artırıcı, teleskop, mikroskop gibi çeşitli araçlar kullanılır. Etkide bulunmadan yakından gözlemek ve izlemektir.
  • Deney Yöntemi: Gözlem yönteminin derinleştirilmiş halidir. Gözlenen olayların laboratuvar ortamında sınanmasıdır.
Bilim Tarihçilerine göre Bilimin Özellikleri:
  • Bilim bilimsel verilere dayalı, kanıtlanabilir özellikteki bilgidir yani olgusaldır. Olgulara yönelerek doğrulanabilir olan ifadeleri inceler.
  • Bilim Mantıksaldır. Bilimsel ifadeler mantıksaş açıdan doğru çıkarımlar ile ulaşılmış çelişkisiz ifadeler olmalıdır.
  • Bilim Objektiftir. Öznel ifadeler ile değil nesnel ifadeler ile ilgilenir.
  • Bilim Genelleyicidir. Tek tek bütün olgular ile ilgili gözlem yapmaz; bunlar ile ilgili genel kuralllar ve bağıntılar bulmaya çalışır.
  • Bilim Eleştireldir. Mevcut bir kuram yeni olgular ışığında çürütülebilir veya değiştirilebilir; her kuram yerini başka bir kurama bırakır.
  • Bilim Seçicidir. Her türlü olguyla değil yalnızca ilgi alanına giren olgular ile ilgilenir.
Bilimin Dayandığı İnançlar:
  • Bilim Akılcıdır. Buna göre dünya anlaşılabilir ve akla uygun bir dünyadır. Bu nedenle olguları akıl yoluyla kavramaya uygun bir düzeni vardır.
  • Bilim  Niceldir. Var olan her şey ölçülebilir.
  • Bilim Gerçekçidir. Buna göre dış dünya özneden bağımsız ve gerçektir.
  • Bilim Nedenselcidir. Doğadaki her şeyin bir nedeni vardır. Doğadaki bütün olgular arasında neden-sonuç ilişkisi bulunur.
Bilimsel Yöntem: Yeni bilgi edinmek ve bilinen bazı bilgileri doğrulamak veya düzeltmek amacıyla, olayları araştırmak için ve geçmişte kazanılmış, öğrenilmiş bilgileri tamamlamak için kullanılan yöntemlerin tümüne denir.

İlk Bilimsel Dergiler: Journal des Scavans, Philosophical Transactions 1665 yılında yayımlanmaya başlanmıştır.


Richard Dawkins bilim ile dinin uzlaşmasının mümkün olmadığını savunmaktadır.

Matematiksel Astronominin kurulmasına Babil uygarlığı öncülük etmiştir.

Bakır ve kurşunu karıştırarak alaşım olarak bronzu ilk kullanan Türklerdir.
Bugünkü pantolon dediğimiz giysinin ilk örneklerini Türkler icat etmişlerdir.

Türklerdeki Bilim ve Teknolojinin Gelişimi:
Kozmolojiye ve takvim çalışmalarına önem veren en eski milletlerdendir.
Evreni bir büyük kubbe olarak kabul etmişlerdir. Bu kubbeninde altından veya demirdne bir kazı etrafında çok hızlı bir şekilde dairesel olarak döndüğünü varsaymışlardır.
Takvimi ilk kullanan milletlerdendir.
Hayvan adlarının kullanıldığı bir takvim kullanmışlardır.
Türkler bir günü "Çağ" adını verdikleri oniki parçaya ayırmışlardır. Oniki çağ oniki hayvan adıyla anılmıştır. 1 Çağ bugünki takvimde 2 saate eşittir.
İlkbaharın ilk günleri bahar bayramı olarak kutlanmış daha sonra nevruz (yeni gün) adını almıştır.
Yılı 4 mevsime bölmüşler. bir yıl 360 gün olup 60 günlük 6 haftaya ayrılmıştır.

Uygarlığın doğmasına neden olan kavimler: Sümerler ve Akadlar

Mezopotamya'da aritmetik ve geometri çok ileri düzeydeydi. Sümer sayı sistemi 60 tabanlıydı.
Babilliler 60 tabanlı sayı sisteminin yanında 10 tabanlı sayı sisteminide kullanmışlardır. Aritmetik işlemlerde çarpım tablosunu kullanıyor, dört işlem, kare ve karekök almayı biliyorlardı.Alan ölçümleri ve su kanalları açmak için geometriden yararlanıyorlardı.

Dairenin alanı ve silindirin hacmini bulmada Pi sayısı için 3,125 değerini belirlemişlerdi.

Çemberi 360 dereceye bölme düşüncesinide ortaya koymuşlardı.

Çin'de kullanılan sayı sistemi 10 tabanlıdır.  Abaküs ve çarpım çetveli gibi araçlarıda kullanmışlardır. Çin uygarlığı takvim sapmalarında güneş ve ayı esas almak yerine yıldızları esas almışlardır.

Çinliler temel koordinat düzlemi olarak ekliptik düzlemi yerine ekvator düzlemini benimsemişlerdir.

Çinli düşünürlere göre, evrensel bir sistemin bir parçası olan insa, ikilem gösteren yin ve yang ilkesinin (iyilik ve kötülük, hastalık ve sağlık gibi) etkisi altındadır.

Sıfırı ilk kez Hintli matematikçiler kullanmıştır.

Hintliler boşluk ve yokluk anlamına gelen ve nokta halinde (.) gösterdikleri sıfır fikrine sahiptiler. Fakat sıfırı sayı olarak kabul etmiyorlardı.

Sıfır ilk defa sayı olarak  İslam dünyasında kullanılmıştır.

Hintliler 10 tabanlı sayı sistemini kullanmışlardır.

Mezopotamyalıların en çok geliştirdiği cebir konusu: İkinci dereceden denklemlerin çözümü

Anadolu ve Ege Havzasındaki en önemli uygarlıklar : Frigya, Lidya, Girit, Hitit

Hititlerin mezopotamya kökenli "şekel" ve "mina" adlı ağırlık birimlerini kullandıkları, en çok bakır ve tunçtan eşyalar yaptıkları, çivi yazısı ve hiyeroglif  olmak üzere iki çeşit yazıları oldukları bilinmektedir.
Mısırlılar: Kaldıraç, palango gibi makinaları yapmışlardır. Mumyalama tekniğini kullanmışlardır. Kırık ve çıkıklarda alçı uygulaması yapmışlardır. Dişcilikle ilgili dolguyu ve apse tedavisini biliyorlardı.

Günümüzde kullanılan takvimin temelinde Mısır Takvimi  yer alır. 

Heykel Sanatı

FELSEFE Ders Notları 2
Güzel Sanatlar
Heykel Sanatı

Heykel Sanayı Güzel Sanatların en eski, en yaygın ve evrensel olan bir koludur. Bu sanat üç boyutluluk içeren ve sanatsal bir ifade aracı olarak üretilmiş olan sanat formu alanı olarak tanımlanabilir.

Dinsel Figürler, (Meryem, Azizler, Yunan Tanrıları, ruhlar, mitolojik varlıklar vb.) efsaneler, kahramanlıklar ve dinsel öyküler de heykel sanatının başlıca konularındadır.

Heykel sanatının ilk ortaya konan örnekleri ne kadar tanrı ve tanrıça figürleri olmuş olsa da tarihler boyunca temel konusunu insan figürü oluşturmaktadır.

MÖ 5.yy. Yunan klasik sanatında, tuncun  da malzeme olarak kullanılmaya başlamasıyla hareket duygusu yaratılmaya başlamıştır. Bu evrede MYRON'un Diskobolos (MÖ 450) adlı heykelinin bir Roma kopyasında (Terme Müzesi, Roma) olduğu gibi, tek figürlü heykellerin mimari yapıdan bağımsız bir biçimde oluşturulduğu görülür.

Pagan Roma sanatından farklı bir Hristiyan heykel sanatı, 3.yüzyıl başında ortaya çıkar. İstanbulda gelişen bugün Konstantinapolis Bizans'ın adıyla anılan sanat zamanla bütün Hristiyan dünyasında etkili olur. Ortaçağ Hristiyanlık sanatı dinsel kalıplar içinde kaldığı için simgeci, şematik bir anlatımla sanatçılar dinsel konuların dışına çıkamamış, Romanesk ve Gotik üsluplar ortaya çıkmıştır. Gotik dönemde de (12.-16. yy.) aynı anlayış devam eder, dinsel yapılarda azi ve peygamber heykelleri yoğunlaşır, taş yontular ağırlık kazanır.

18.yüzyıl heykel sanatı açısından durağan geçer. 19.yüzyılda heykel sanatında hareket ve duyguların anlatımında abartıdan arındırılmış kontrollü yaklaşımı benimseyen Yeni-Klasik Dönemi başlatır.

19.yüzyılın ikinci yarısında Auguste Rodin ve aynı zamanda ressam olan Edgar Degas gibi Fransız sanatçılar ile İtalyan Medardo Rosso 20.yüzyıl heykel sanatı üzerinde önemli etkiler bırakacak yapıtlar verirler.

1920'lerde bir tepki dönemi başlar. II.Dünya savaşı sonrasının düzen ve güvenlik anlayışı, birçok öncü (avangart) heykelcinin uslubunda önemli değişikliklere yol açtı. Alberto Giacometti, Jean Arp, Lipchitz, Henry Moore, Barbara Hepworh, Picasso, Julia Gonzalez ve Alexander Calder fantezinin ağır bastığı bir anlatım geliştirirler. Bu yıllarda metal, yaygınlıkla kullanılan malzemelerden biri haline geldi. Kendiliğindenliğine ve rastlantıya önem veren Peter Agostini, George Spaventa, Peter Grippe gibi sanatçılar ise balmumu ve kili yeğlediler.

20.yüzyıl heykel sanatı hem teknik hem malzeme hemde konu ve uslup açısından çok büyük bir çeşitlilik kazandı. Çağdaş akımların en belli başlıları ABD'li heykelci George Segal'in örneklerini verdiği çevresel sanat ile Gabo, Duchamp ve Alexander Calder'in öncülük ettiği kinetik sanat oldu.

En köklü ve evrensel sanat dallarından olan heykel sanatı konu ve yapılış amacı açısından üç grupta toplanır. 
  • Birincisi: Mimari yapıların görünen cephelerinde görsel güzellik açısından kabartma-rölyef olarak süslemeci bir amaçla yapılanlar. 
  • İkincisi: Görkemli ve büyük boyutlu kahraman, komutan, devlet adamı, savaş veya zaferleri ölümsüz kılmak için anıtsal amaçlı olanlar. 
  • Üçüncüsü: Sanatsal bir ifade aracı olarak estetik obje olarak yapılanlardır.
Heykel Sanatının Temel Dört Tekniği: 
  1. Yontma-Oyma Tekniği
  2. Modelleme-Biçimleme Tekniği
  3. Döküm Tekniği
  4. İnşa-Yapılandırma-Birleştirme Tekniği
Yontu Sanatında Yaygın Kullanılan Ahşap Türleri:
Abanoz, Şimşir, Ihlamur, Meşe, Gürgen, Armut, Çam, Ceviz Ağacı

Metaller arasında en yaygın kullanım : Bakır ve kalay karışımı olan tunç (bronz)

Heykel Sanatının en güçlü yanını Anıtlar oluşturur.

Yapımcılık Heykellerinin ilk örneklerini : Vladimir Tatlin vermiştir.

İlk Çağ'a ait olan en ünlü fildişi heykeli : Pheidas-Zeus

İnsanoğlu ilk heykel malzemesi olarak Kil kullanmıştır.

Barok heykel sanatı görselliğin ve gösterişin doruk noktaya çıktığı dönem olur. Bu dönemin en ünlü sanatçısı Gian Lorenzo Bernini'dir. (Dört Irmak Çeşmesi ve Aziz Terasa'nın Vecdi)

19.Yüzyılın ve Çağdaş-Modern heykelin öncüsü Auguste Rodin'dir. (Düşünen Adam, Havva, Calaisli Burjuvalar, Cehennemin Kapısı) 

Askeri heykel örneklerinin en önemlisi Toprak Heykeller veya Terracotta Askerler olarak adlandırılan MÖ 210 yıllarında yapılan İlk Çin İmparatoru Qin Shi Huang'ın mezarında bulunan heykellerdir.  Ülkemizde buna örnek olarak Atatürk ve Kurtuluş Savaşı heykelleri gösterilebilir.

Mimari

FELSEFE Ders Notları 2
Güzel Sanatlar
Mimari


Mimari, fiziksel mekanı, uygun ölçülerle doğru tasarlama, kurma sanatı ve bilimi olarak tanımlanır.

Mimarlık sanat olmaktan çok bilimdir…"Yapı Bilimi" Ünlü Mimar Frank Lloyd Wright mimari için şöyle der: "Mimarlık, biçim haline gelmiş yaşamdır."

Mekan bir boşluktur ve varlığımızı sarmalar. Mekansal hacim boyunca hareket eder, biçim ve nesneleri görür, sesleri duyar, esintiyi hisseder ve bahçede açan çiçeklerin kokusunu alırız. Mekan, ahşap ve taş gibi maddesel bir özdür. Ancak doğası itibariyle biçimsizdir. Mimariden aldığımız zevkin büyük bir kısmı gerçek mekanda gelir. Mekanın estetik boyutu son derece önemlidir. Mimar onu heykeltraş gibi biçimlendirir ve ortaya bir sanat yapıtı çıkarır.

Tüm fiziksel özellikler, mekanı ve mekan algısını tanımlamaya yetersiz kalmaktadır. Bu bağlamda ilk kulubeden, ilk mağaradan apartmanımıza, okula, çalıştığımız büroya kadar tüm mimari yapıtların, anlaşılabilmeleri ve yaşanabilmeleri için bizim var olmamıza, yani bir dördüncü boyuta gereksinmeleri vardır. Bu dördüncü boyut zaman'dır. Zaman faktörünün mimaride ve çizimde ayrı ayrı anlamları vardır. Resim sanatında dördüncü boyut bir nesneyi tanımlayan niteliktir.; bu izleyicinin hiç bir fiziksel katkısını istemeyen ve ressamın bir düzlem üzerine resmetmek için seçtiği nesnenin öğesidir.

Mimari Tasarımın fiziksel bileşenleri: Oran, Simetri, Hiyerarşi, Zıtlık

Ölçek: Herhangi bir şeyin boyutunun başka bir şeyin boyutuyla veya referans olarak alınan bir standart ile kıyaslanmasını gerektirir. Her tasarımın bir ölçeği vardır.  Bu ölçek, fiziksel boyutların oranını ve dengesini gösterdiği gibi tasarımın ait olduğu dönemin özelliklerini de gösterir.

Mekanı üretilmesi ve yaratılması arasında bir fark bulunmaktadır. Üretim daha çok zanaata dayanan bir eylemken, mekanın yaratılması ancak mekanın tasarlanması ile mümkündür.

Tasarım, bilgilerin biraraya getirildiği bir birleşim (sentez) evresidir. Tasarlama, yalnızca akılcılığa ve sayılara dayanan bir evre değil, estetik gibi öznel yargılara da yer veren bir evredir.

Mimaride Estetik: Bu kavramı, mimari tasarımın fiziksel bileşenleri ile tanımlama gerekir. Bu bileşenleri, mimaride oran, denge, simetri, hiyerarşi, eklemlenme, zıtlık, ritim olarak sıralamak mümkündür.

Oran: Bölümlerin kendi aralarında ya da tüm binaya göre karşılaştırılmasıdır.

Simetri: Kesin ve iyi tanımlanmış biçemsel sistemin kurallarına (geometri, fizik vb.) göre  gösterilebilen veya isbat edilebilen bir denge ve orantılılık kavramı olarak tanımlanır.

Simetri eksensel karakterli yapıların dengesidir.

Mimari denge biçimsel olmayan eksensiz mimarideki simetridir.

Eklemlenme: Bir biçimin yüzeylerinin onun şeklini ve hacmini tanımlamak için bir araya geliş tarzını anlatmaktadır. Eklemli bir biçim  , yüzeylerin kenarlarını ve bu kenarların birleştikleri köşeleri açık seçik gösterir.

Ritm: Belirli çizgilerin, şekillerin, biçimlerin ya da renklerin düzenli ve armonik bir şekilde kendini tekrar etmesine denir. 

Teknik ve bilinç mimarlığın iki ana kaldıracıdır. Yapı sanatı onların üstünde durur.

Taşıyıcı Sistem Elemanları: (Strüktürel Elemanlar) Bir mimari eserin inşasında yer alan bu elemanlar  mekan açıklıklarını geçmesi ve kendi yüklerini dikey destekler aracılığıyla binanın temel sitemine iletmesi için gerek duyulan elemanlardır. Bu elemanların boyutu ve oranı doğrudan doğruya üstlendikleri strüktürel görevlere bağlıdır ve bu nedenle  çevrelenmesine yardım ettikleri mekanların boyut ve ölçeğinin görsel bir belirteci olabilir.
Tüm binayı nitelendiren değerler kümesi: Ekonomik, Teknik, Mekansal, Dekoratif

Cilalı Taş Devrinde sık rastlanan malzeme türleri: Kerpiç, Granit, Kalkertaşı, Mermer

Çağdaş mimarinin iki büyük mekansal akımı : işlevselcilik ve organik hareket

Yüzyılın en tanınmış mimarlık tarihçilerinden Prof. Nikolaus Pevsner'e göre mimariyi yapıdan ayıran özellik taşıdığı sanatsal değerdir.

Paxton'ın Crystal Palace'ı modern mimarinin başlangıcı kabul edilir.