Bilginin Kaynakları Sorunu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor.
Bilginin Kaynakları Sorunu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor.

Bilginin Kaynakları Sorunu Usçuluk

FELSEFE Ders Notları 2
Epistemoloji
Bilginin Kaynakları Sorunu Usçuluk

Güvenilir ve kesin bilginin temelinde insan aklının yattığı veya gerçekliğin kavranmasının ancak akıl yoluyla olabileceği tezini ileri süren akıma usçuluk denir.

Deneyimciliğin karşıtı olan usçuluğa göre bilgimizin tek kaynağı duyu verileri veya algılar değildir. Felsefi bir görüş olan usçuluk insan aklının kendisinin bilginin temel bir kaynağı olduğunu veya bilginin ortaya çıkmasında insan aklının yapısının özsel ve şekillendirici rol oynadığını savunur.

"Akılcı" Deyimi günlük dilde sıkça dile getirilir ve "mantıklı" ,"zeka belirtisi taşıyan" ,"akla uygun yöntemler izleyen" gibi anlamlara gelir.

Usçuluk akımına göre, insan aklının kendisi bilginin temel kaynağıdır.

Nous, çağdaş dillere çevrilmesi oldukça zor bir deyimdir. "zihin", "kavrama", "sezgi" ve "akıl" olarak çevrilmiştir. Bu çevirilere bakınca "nous"un oldukça öznel bir yön içerdiği sanılabilir. 2500 yıl önce yaşamış olan Anaxsagoras, nous'un evrenin başlangıcındaki kaos'u düzenleyen ve evrenin düzen içinde bir başlangıç yapmasını sağlayan bir tür güç olduğunu düşünmüştür. 

Eski Yunan'da "nous" kavramının kullanımları:
  • Ruhun ölümsüz ve akıl içeren kısmı
  • Tanrısallığa yakın olan işlev
  • Algılanamayan maddesel güç
  • Akıl
Anaxsagoras'ın Nous'u: Ruhsal veya zihinsel olmaktan ziyade, algılanamayan maddesel bir güç veya ilke olarak tasarlanmıştı. Ona göre, görülebilen nesnelerden daha "ince" bir yapıda olan nous, başlangıçtaki işlevine ek olarak, nesnelere girerek onların devinimini veya gelişimini düzenlemekteydi. Anaxsagoras'ın temel felsefi amacının, evrenin "akılsal" yönünü açıkca ifade etmek ve evrendeki değişimlerin olanaklılığını açıklamak olduğunu söyleyebiliriz.

Platon, nous'u ruhun ölümsüz ve akıl içeren kısmı olaran tanımlamıştır.

Platon'u izleyen Aristoteles, hem sonlu hemde ölümsüz yönleri olduğuna inandığı nous'u bizim anladığımız "akıl" kavramına yakın bir şekilde ele alır ve bu kavramı "algı"dan ayırır. Aristoteles'e göre, insanlardan bulunan nous'un ölümden sonrada varlığını sürdürebilen kısmı , anlama ve bilme işlevlerini olanaklı kılar ve bizi diğer canlılardan farklı bir konuma getirir.

Modern felsefenin kurucusu olan Descartes, önde gelen usçulardandır. Pek çok usçu gibi Descartes'da insan zihninin doğum anında belli "içeriğe" sahip olduğunu düşünür. İdealarımızın bazıları algısal yollardan oluşur ancak Descartes'a göre, çok önemli bazı idea türleri deneyim yoluyla edinilemez. Tanrı ideası veya mükemmel bir daire  ideası bu türden bir bilişsel durumdur.

Descartes'a göre, algı ve matematik de dahil olmak üzere, bize en güvenilir görünen bilgi türlerinin doğruluğundan bile şüphelenme olasılığı bulunmaktadır.

Düşünme işlevi düşünen bir şeyin olmasını gerektirir. Ve bu şekilde Descartes o bilinen sloganına ulaşır: "Düşünüyorum, o halde varım." (Cogito ergo sum.). Descates'e göre insan bilgisinin en önemli unsuru budur.

David Hume'a göre, biz temel olarak iki tür  bilgi sahibi olabiliriz. Duyu verilerine dayanan deneyimsel bilgi ve mantıksal bilgi. Eğer bu doğruysa metafiziğin veya genel olarak felsefenin herhangi bir bilgi verme olasılığınınolmadığı ortaya çıkar. Bunun nedeni, felsefe yaparken kullanılan önermelerin ne dünyada gözlemlenebilen olgulara ne de mantıksal bağıntılara karşılık gelmesidir. Kant, deneyimciliğin bu yönüne karşı çıkar ve felsefenin veya metafiziğin olanaklı olduğunu savlar.

Kant'ın önerisi, daha önce denenmemiş bir "düşünsel deney" yapmaktır. Bu deney aynı Kopernik'in dünya merkezli astronomik sistem yerine güneş merkezli sistemi önermesi gibi, nesnel merkezli metafizik projeler yerine öznenin bilişsel rolünü merkeze alan bir kuramı öne sürmektir. Kant'ın devrimsel görüşüne göre bilen özge edilgen değil etkendir. Başka bir deyişle, "öznenin zihinselliği" bizim neyi nesne olarak aldığımız ve bildiğimiz konusunda belirleyici rol oynar. Bu anlamda, geleneksel epistemolojik görüşler önemli bir hata yapmaktadırlar.

David Hume'un ve diğer deneyimcilerin haklı olduğu bir nokta, "bilginin malzemesinin" algı verileri yoluyla geldiğidir.

Kant, her varlık türüne göre görünen dünyanın, o varlık türünün zihinsel özellikleri tarafından belirlendiğini savlar. Kant, öncelikle analitik ve sentetik cümleler arasında bir ayrım olduğunu söyler. Analitik cümlelerde cümlenin yüklemi öznede zaten var olan bilgilere yeni bilgi katmaz. "Siyah kediler siyahtır." ve "Bekarlar evli olmayan insanlardır." analitik cümlelerdir çünkü bu cümlelerin özneleri yüklem bölümünde  içerilen tüm bilgileri zaten içerirler.

Analitik ve Sentetik ayrımı: Cümle yapısı ile ilgilidir. Analitik cümleler dünyaya ilişkin yeni gözlemsel bilgiler içermezken sentetik cümleler yüklemleri öznede içerilen bilgilerin ötesine geçen cümlelerdir.

Sentetik cümleler bizim dünyaya ilişkin bilgimizi genişletirler. Analitik cümleler ise ya içeriksel olarak boşturlar ya da kavramsal arası ilişkileri ortaya koyarlar. Yani deneyimsel olarak yeni bir bilgi taşımazlar.

Epistemolojik açıdan önemli bir başka ayrımda "a priori" ve "a posteriori" ayrımıdır. Analitik ve Sentetik çifti cümlelerin yapısını ilgilendirir. A priori ve a posteriori ayrımı ise bilginin edinilme tarzının ayrımıdır.

A priori: bilgi evrensel olarak doğrudur. Ancak tek tek deneyimler yoluyla kazanılamaz.

Aposteriori: Bilginin kazanılması için somut deneyim parçaları gerekir. Gözlemsel bilgilerimizin tümü a posterioridir.

Bu iki deyim latincede olup, a priori deneyimi önceleyen, a posteriori deneyimle gelen anlamlarında kullanılır.

Sentetik a priori, diğer olası bileşimler arasında en ilginç ve felsefi açıdan en önemi olandır.

Bilginin Kaynakları Sorunu Deneyimcilik

FELSEFE Ders Notları 2
Epistemoloji
Bilginin Kaynakları Sorunu Deneyimcilik


Bilgimizin tek kaynağının duyu verileri ve algılar olduğunu savlayan epistemolojik görüşe deneyimcilik adı verilir. "duyu verisi" ve "algı"  arasındaki fark, bu bilişsel durumların karmaşıklık düzeyi ile ilgilidir.

İngilizcede günlük dilde kullanılan ve "empiricism"  ile aynı kökten gelen bir diğer kelime "empirical"dir. "Deneyimsel" gibi bir anlama gelebilecek bu kelime ingilizcede insanlar için bir sıfat olarak kullanıldığı zaman "ayakları yere basan", "desteksiz iddialara kulak asmayan", "yalnızca gördüğüne inanan", "gereksiz spekülasyonlara veya soyutlamalara prim vermeyen" gibi anlamlara gelmektedir.

Deneyimciliğin bir diğer önemli felsefi görüş olan olguculuk veya daha yaygın adıyla pozitivizm ile benzerlik taşıdığı görülür. Pozitivizm, genelde, bilginin gözlemsel temelini vurgulayan ve spekülasyondan ziyade bilimsel yöntemlerin ön plana çıkarılmasına ağırlık veren bir düşünce akımı olarak bilinir.

John Locke, David Hume ve George Berkeley bu üç felsefecinin ürettiği fikirler literatürde İngiliz Deneyimciliği olarak bilinen akımın ortaya çıkmasını sağlamıştır.

Zihin, zihinden bağımsız varlık alanını (yani maddesel gerçekliği) bilmeyi nasıl başarabilir.? Descates'ın yanıtı şudur: Zihnin içindeki "idealar" gerçekliğin unsurlarına ilişkin bilgi taşırlar; bu da bizim dünya bilgisi sahibi olmamıza neden olur.
"idea" temel anlamı itibariyle, "içeriği genelde bir nesne veya özellik olan düşünsel yada zihinsel durum" olarak tanımlanabilir.

Descartes ve onu izleyenlerin insan bilgisi konusunda yaptığı araştırmalar, temsil epistemolojisi olarakda bilinen bir düşünme ve sorgulama alanının açılmasına neden olmuştur.

Temsil epistemolojisinin en temel sorunu, bir öznenin kendi zihinsel durumlarından hareketle, zihnin dışında kalan gerçekliğin bilgisine nasıl ulaşabildiği ve zihninde oluşan temsillerin ve ideaların gerçek bilgi olup olmadığı konusunda ne söylenebileceğidir.

Locke'a göre; algılar olmaksızın ideların oluşması olanaksızdır. İnsan zihni doğum anında "boş levha / tabula rasa" gibidir. Yaşadığımız deneyimler bu boş levhanın üzerine zaman içinde "yazarlar"  ve böylece dünya bilgimiz birikimsel bir şekilde oluşur. Dünya bilgimizin en temelinde duyu algılarından gelen idealar olsa da, insanlar basit ideaları birleştirerek soyutluk derecesi çok yüksek olan idealar edinme kapasitesine de sahiptir.

Locke hem ahlaki boyutta hemde kuramsal düzeyde doğuştan ideaların olamayacağını savlar. O halde, bilgi tümüyle deneyim alanına aittir.

Varlık alanının unsurlarının açıklanması söz konusu olduğunda, Locke'ın görüşünün genel olarak Aristoteles'in metafiziği ile benzerlikler taşıdığı söylenebilir.

Locke'un Ontolojisi
Temel olarak 2 tip nitelik olduğunu savunur. 

Birincil nitelikler, maddesel gerçeklik içinde yer alan ve bizim zihnimizdede temsil edilebilen  özelliklerdir. Örneğin bir nesnenin kapladığı uzam nesnenin fiziksel biçimi, kütlesi ve hareketi nesnenin kendisinde olan ve bizimde algısal olarak bilebileceğimiz niteliklerdir.

İkincil nitelikler ise nesnelerin birincil nitelikleri nedeniyle bizim zihnimizde oluşan etkilerdir. Örnek vermek gerekirse renkler ve kokular bu sınıfa giren özelliklerdir. Biz dünyayı nitelikler yoluyla biliriz. Ancak doğal olarak niteliklerin hiçbir şeye tutunmadan evrende var olduklarını iddia etmek saçma olur. Locke'a göre tikel bir nesne niteliklerden  ve nitelikleri kendinde toplayan bir Tözsel zeminden oluşur. Örneğin bir gül çok sayıda niteliğin bir araya gelmesiyle oluşur. Şekil , büyüklük , ağırlık  renk v.s. ancak nitelikler veya özellikler bir şeyin nitelikleri veya özellikleridir. Locke nitelikleri barındıran zemine Tözsel taban (substratum) adını verir. İnsanlar epistemolojik açıdan  yanlızca nitelikleri bilebilir. Tözsel taban ise bilgi nesnesi olabilecek bişey değildir.

Bilgi konusunda büyük beklentilerin azalması ve dünya bilgisini kesinlik içeren bir yapıda oluşturma iddialarının zayıflaması, genel olarak deneyimcilikle ortaya çıkmış bir durumdur.

Felsefe tarihinde insan bilgisinin "nesnel" temellerine duyulan sağlam inanç konusunda en keskin eleştirel görüşü geliştiren ve sonuçta  da en büyük epistemolojik yıkıma neden olan düşünür David Hume olmuştur.

Hume'un sorduğu soru şudur: Nesnelerin zihinden bağımsız ve sürekli olarak var olduklarına ilişkin inanç veya idea nereden kaynaklanmaktadır.?

Hume'a göre, zihnimizde "nesnelerin algıdan bağımsız ve sürekli var olma ideasını oluşturan yetimiz imgelemdir.(hayal gücü)

Hume bizim evrensel nedensellik düşüncesine sahip olmamızın arkasında "düzenli tekrarlar"ın yattığını düşünür.
Hume, Locke'dan farklı olarak "birincil niteliklerin varlığı" veya "substratum" konusunda bir iddiada bulunamayacağımızı savlar.

Hume'a göre yalnızca iki bilgi olanaklıdır; Olgusal bilgi ve biçimsel bilgi.

Maddecilik ve İdeacılık, metafizik (ontolojik) görüşlerdir. Deneyimcilik ise epistemolojik bir görüş ve akımdır.

İdeacılık var olanların temelde düşünsel veya zihinsel olduğunu savlayan metafizik görüştür.

George Berkeley ise  ontolojik anlamda ideacılığı ve epistemolojik açıdan  da deneyimciliği savunmuştur.

Berkeyley'e göre, maddesel tözün veya zihinden tamamen bağımsız maddesel nesnelerin varlığına inanan düşünürler, farkında olmadan son derece çelişik bir görüşü ileri sürmektedirler. Ona göre bir idea, yalnızca bir ideaya benzeyebilir; idea, zihinsellikten arınmış maddeyi temsil edemez.

Bizim nesne olarak tanımladığımız ve kavradığımız bir şeyin, hiç kimse onu algılamasa da "algılandığı haliyle var olacağını" düşünmek gerekçelendirilmesi olanaksız bir fikirdir. Berkeley'in meşhur ifadesi ile söylersek "var olmaki algılanmaktır". (esse est percipi).

Berkeley'e göre, Tanrı her an her nesneyi algılayabildiği için, Tanrı'nın algısının ontolojik güvencesinde, nesnelerin kesintisiz var olduğunu söyleyebiliriz.