Augustinus etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor.
Augustinus etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor.

Ortaçağ Felsefesi - Augustinus ve Boethius

FELSEFE Ders Notları 2
Ortaçağ Felsefesi
Augustinus ve Boethius

Orta Çağ, felsefe tarihi açısından son derecede önemli ve zengin içerikli bir dönemdir. 

Zamansal olarak Orta Çağ Felsefesi Augustinus (354-430) ile başlamıştır St. Thomas’lı Iohannes (1589-1644) ile son bulmuştur.

İlki ile ikincisi arasında, felsefi olarak ve ilahiyata dair pek çok benzerlik bulunduğunu söylemek mümkündür. Başka kelimelerle ifade edecek olursak, bu bin yıllık süreçte ele alınan felsefi meseleler, bir miras devralma titizliği içinde irdelenmiştir. 

Felsefe tarihinin belki de en önemli ismi olan Platon M.Ö. 348’de öldü. Onun ölümünden sonra bir süreliğine Aristoteles Yunan felsefesi üzerinde etkili olmuştur. Yunan felsefesinin etkili olduğu ve genellikle pagan düşüncesini resmeden anlayış, yaklaşık olarak üçüncü yüzyılda sona erdi. Platon gibi bir büyük ustanın büyük ölçüde etkisi altında bıraktığı bir dönem, bu sefer onun adıyla anılan ve Plotinos’un kurucusu olduğu düşünülen Yeniplatoncuğa yerini bıraktı. 204 veya 205 yılında Mısır’da, büyük bir olasılıkla Lycopolis’te dünyaya gelen Plotinos’un en önemli kazanımlarından biri, onun Ammonius Saccas’tan dersler almasıdır. Kendisinden sonraki bütün felsefe tarihini derinden etkilemeyi başarmış olan Plotinos, bir taraftan Yunan spekülatif düşüncesini diğer taraftan da Hıristiyanlığın temel ilkelerini biraraya getirmeye çalışmış ve bu alanda ciddi bir başarı elde etmiştir. Yaşadığı Ortadoğu’daki Hıristiyanlığın etkisi altında farklı bir şekilde yeniden biçimlendirilen felsefe, daha önce alışkın olmadığı yeni bir kavramı bütün bir varlık anlayışı içine almıştır. Daha önceleri Yunan felsefesinde yer almayan "yaratılış" (creatio) düşüncesi, Platoncu terminolojinin de yardımıyla ve bu sefer mutlak güç sahibi sıfatıyla Tanrı şeklinde metinlerdeki yerini almaktaydı.  Bu şekilde ortaya çıkan yeni felsefi anlayış, Hıristiyanlığın ciddi ağırlığına karşın gene de temel ilkelerini ve kaygılarını korumayı başarmıştır. Yeni platoncu okul ve onun takipçileri, aynı zamanda ciddi bir şekilde Eski Yunan felsefesini de muhafaza eden bir anlayışı sürdürmekteydiler. Eski Yunanca hala önemini korumakta ve felsefe yapıtları, büyük ölçüde Yunanca yazılmaya devam etmekteydi. Roma’daki filozoflar bile Atina’da Yunanca eğitimi alıyorlar, yapıtlarını Yunanca yazıyorlardı. Eski Yunanca, adeta Yunan felsefesini yaşatan bir damar gibiydi.

Ortaçağ filozofları kendilerini filozof olarak değil ilahiyatçı olarak görmüşlerdir.   

Ortaçağ filozoflarına göre Felsefe dinin hizmetinde bir etkinlikti.

Bununla birlikte, bazı aileler ile ücra köşelerdeki bazı manastır kütüphanelerindeki temel yapıtlar sayesinde eğitim devam edebildi. Bu eğitim sayesinde Augustinus gibi, Boethius gibi isimler ortaya çıktı ve yapıtlarıyla Orta Çağ felsefesini biçimlendirmeye koyuldular. Bunların tümü de Hıristiyandır. İkinci yüzyılda başlayarak hepsi de Hıristiyanlığın imanının akılsallaştırılması için çaba göstermişler ve bu uğurda felsefeyi kullanmışlardır. Başlangıçta felsefeyi bir araç gibi gören bu anlayış, zaman içinde evrilerek felsefenin en temel alanlarındaki önemli başarıları ortaya koyacak denli felsefeyi amaçlaştırmıştır.

Austigunus ve Boethius gibi isimler ortaya çıktı.  

Ortaçağ felsefesi; eski yunan felsefesini modern felsefeye aktarmıştır ve yorum tarzı farklılaştırarak modern felsefeyi üretmişlerdir.  

Descartes modern felsefeyi başlatmıştır ve oda ortağda yetişmiştir. Analitik geometriyi keşfetmiştir.

Türkiyede Ortaçağ Felsefesi çalışmalarını Betül Çotuksöken başlatmıştır. Ona göre Anselmus ve  Augustinus Dercartesin hocaları durumundaydı.

Augustinus (354-430)

Augustinius ya da Aurelius Augustinius, Aziz Augustinius olarak bilinen filozof ve tanrıbilimci.

Temel Eserleri: Civitas Dei (Tanrı Devleti), Confessiones (İtiraflar), Epistolae (Mektuplar)'dır. 

Augustinus retorik konusunda eğitim almıştır. Maniciliğe girmiş, romada felsefe okulu açmıştır. Felsefi bir eser yazmamıştır ama bir çok eserinde dini kaygılarını anlatabilmk için felsefi oluşumlar görülür. Bunların en önemlisi migne baskılı Patrologia Latina'dır. İtiraflar eseri itiraf geleneğinin başlatıcısı olmuş bir denemedir.

Augustinus felsefe anlayışında dinle özdeşleşmek etkindir. Onun için önemli olan insani bilgeliğin doğasına ulaşmaktır. Hakikate duyulan büyük bir arzu vardır. İmanla bilgi arasındaki ilişkiyi gözler önüne serer. İnsan önce inanmalı sonra bilmeli der. (inanmadıkça anlamayacaksın) Aklı terbiye eden imandır der. Tanrı hakikatın kendisidir ve değişmez bir varoluştur.

Manicilik: Manes ve Mani tarafından 3.YY'da kurulmuş olan bir inanç sistemidir. Hristiyanlığın bazı sistemlerinin uzlaşımına dayalıdır. Maniciliğe göre evrende 2 güç hüküm sürer. (iyi ilke - ışık) ve  Abriman (kötü ilke - karanlık) hüküm sürmektedir. İkici (Düalist) bir görünüm sergiler.

Augustinus’un  Varlık ve Bilgi Anlayışı
  • Tanrı ruhsal ışıktır.bütün insanları aydınlatır.  
  • Tanrı tarafından aydınlatılmış bir anlaşılabilir hakikat dünyası vardır.  
  • İlahi aydınlanmada bu hakikat dünyasını bilen akıllar vardır.     
Augustinus Tanrıyı düşüncesinin merkezinde tutar. Diğer oluşlarda merkezin etrafındadır. İnsan ruh ve bedenden meydana gelir. Ruh tinsel özellikleri olan bir tözdür. Yani ölümsüzdür.        

Platonda da dünya güzeldi demiorgos  ilkeleriyle  eylemler gerçekleştiriliyordu. Augustinusta da dünya güzeldir.Çünkü tanrının iyiliği ile yapılmıştır. İnsan akılsal ruh ve güzellikle iyinin peşinden gitmek zorundadır. En güzel tanrıdır ve onun yansıtmasıyla en önemli kavram sevgidir. Bu etik kavramını oluşturur. Tanrı Devleti (De Civitate Dei) adlı eseri toplum ve devlet felsefelerine yön vermiş bir eserdir.

Augustinus’un felsefesinde sevginin, özellikle de Tanrı sevgisinin önemi büyüktür. Sevgi insanları bir araya getiren ve Tanrı’yla kaynaştıran önemli bir özelliktir. Augustinus’un felsefesinde iki farklı türden sevgi bulunmaktadır. Bunlardan ilki, Tanrı sevgisi, diğeri de Kendini sevmek veya Dünya sevgisi. Bu sevgileri içinde barındıran farklı karakterdeki insanlar, doğal olarak birbirinden farklı iki toplum inşa etmektedirler.

Tanrı’ya sevgi duyan insanlar Tanrı Devletini, içleri dünya sevgisiyle dolu olanlar da Dünya Devleti’ni meydana getireceklerdir Tanrı Devleti adlı eser, bu iki devletin hikayesidir.

Toplumsal düzeni ilahi buyruklarla düzenleme çabası içinde olan Augustinus, Tanrı sevgisiyle dolu insanların oluşturduğu toplumun başında İsa’nın yer aldığını söylemektedir. Bu toplumda sadece insanlar değil; fakat aynı zamanda melekler de bulunmaktadır. Bu toplumun üyeleri sonsuza değin cennette mutluluk içinde yer alacaklardır.

Kendini veya dünyayı seven insanların kurduğu topluluk ise, zebanilerle birlikte cehennemde sonsuzca devam edecek bir cezaya maruz kalacaklardır. Bunlar elbette öbür dünyada söz konusu edilecek iki farklı toplumdur. Bu dünyada, bu iki farklı toplumun bireyleri birbirleriyle karışmış durumdadırlar. Bununla birlikte, içinde Tanrı sevgisi olan insanların kendilerini diğerlerinden ayrı tutmaları ve Tanrı Devleti’ni hak edecek bir yaşam sürmeleri gerekmektedir. Böyle bir yaşamın esaslarını da belirleyen, Tanrı’nın ilahi yasası olmaktadır. Bu yasanın farkında olanların önderliğinde insanlar, Tanrı Devleti’ne erişmek adına çaba göstereceklerdir. Bu hayattaki önderlerin, devlette kral, ailede de erkek olduğunu söyleyen Augustinus’un bu eseri büyük bir etki yaratmıştır.

Augustinus’a göre Tanrı hakikatin bizzat kendisidir. Hakikatin aklımızda ancak keşfedilir bir niteliğinin olması, Tanrı’nın da içimizde bulunduğunu göstermektedir. Bununla birlikte Tanrı bizi aşan bir varlık olduğundan O, aynı zamanda doğru düşünmenin yollarını göstermekte, bizi ve akıllarımızı yönetmektedir. Augustinus’un Tanrı’sı Platon’un İdeası ile büyük benzerlikler taşımaktadır. Bu dünyadaki varolanların değişime tabi olmaları, onların varolmaları için bir nedeni zorunlu kılar ve bu da Tanrı’dır. Ona göre tanrı, bütünüyle aşkın ve ölümsüz yapıdır. Bu yapısından dolayı Tanrı’nın durağan bir bilgelik sahibi olduğunu ve böylelikle bütün bir yaşamı düzene soktuğunu ileri süren Augustinus’a göre Tanrı’nın en gerçek özü O’nun sonsuzca varoluşudur. Tanrı’nın dışındaki her şey O’nun tarafından yaratılmıştır.  

Boethius (480-524)

Romalı filozof. Tam adı Anicius Manlius Severinus Boethius'tur.

Eski bir Roma consulu olan babasını küçük yaşta yitirdiğinde önemli bir devlet adamı ve aile dostu olan Quintus Aurelius Memmius Symmachus tarafından evlat edinilmesi onun çocukluktan itibaren çok iyi bir eğitim almasına ve devlet kademelerinde hızla yükselmesine de olanak sağlamıştır. Boethius, ailesinin soylu adı ve iyi eğitimi sayesinde dönemin kralı Teodoricus Magnus'un (Büyük Theodoricus) güvenini kazanmakta gecikmemiştir. İS 510 yılında, yaklaşık otuz yaşındayken Roma'da consul seçilmiş, 520 yılında kral tarafından Magister Officiorum olarak ayrıcalıklı ve onurlu bir göreve atanmıştır.

Albinus'u savununca suçlanmış ve idam edilmiştir; Suçlamanın nedeni, Albinus'un Doğu Roma İmparator'unun çevresindekilere Theodoricus'un küçük düşürücü ifadeler kullanmış olmasıydı. Onu suçlayanlar arasında özel danışmanı Cyprianus başı çekiyordu. Albinius suçlamaları reddetse de İmparator karşı tarafa gönülden inanmıştı. Bu olaylar sonucunda Boethius, İmparator'un huzuruna çıkıp Albinius'u Cyprianus'a karşı savunmuş ve Roma'nın değerli bir senatoru olan Albinus'un bu suçu işlemiş olması durumunda, kendisinin ve Senatus'un bu suça iştirak etmiş sayılacaklarını, bunun ise asla mümkün olamayacağını belirtmiştir. Bu art niyetsiz söylemin Theodoracis tarafından dürüst bir açıklama olarak algılanması beklenirken, o, tamamen aksine Boethius'un sözlerini yanlış yorumladı ve böylece Boethius'un sonunu hazırlayan süreç başlamış oldu.
  • Grekçeden çeviriler yapmıştır. 
  • En önemli eseri Felsefe'nin Tesellisi adıyla Türkçeye çevrilmiş Consolatio Philosophiae'dir.
  • Felsefenin görüntüsünü ve sınıflarını anlatmıştır.
  • Ona göre Felsefe mükemmeldir. Felsefenin doğasını aşan bir karakteri vardır. Felsefe zaman dışı bir etkinliktir. Felsefe bozulmaya uygun bir yapıda değildirr.
  • Boethius felsefe tarihinde Quadrivium'u düşünme pratiğine sokan isimdir. Quadrivium 4 matematik biliminin üst adıdır. Boethius sadece felsefeyi değil, fakat aynı zamanda bilimleride sınıflandırmış bunuda 2 farklı biçimde gerçekleştirmeye  çalışmıştır.        
  • Felsefe bütün bilimlerin anasıdır. Bilginin,bütün bilginin başlangıç noktası ve kaynağı olarak görülmektedir.Bilimler nesnelere göre farklılık taşır.       
  • Boethius prepatetik bilim sınıflandırmasında mantığa yer vermez. Mantık her bilim için olması gerekendir der. Ama stoavari bilim sınıflandırmasında  mantık felsefenin ve bilimin bir dalıdır der. Ona göre gramer ve retorikte mantık gibi bilimde kullanılmalıdır.        
  • Trivium: Mantık, retorik ve gramerin meydana getirdiği bilim topluluğuna denir.       
  • Quadrivium: Aritmetik, Geometri, Astronomi ve Müzikten oluşan topluluğa denir. Astronomi dışında hepsi hakkında çalışmalar kaleme almıştır.
Boethius'a göre Felsefe 

Boethius’un en önemli eseri Felsefe'nin Tesellisi adıyla Türkçeye çevrilmiş Consolatio Philosophiae'dir. Boethius bu eserinde bütün bir felsefe tarihi ve filozoflar için çok meşhur olan bir felsefe alegorisine yer vermektedir. Eser, edebi değeri yüksek bir çalışmadır. Başına gelenlerden dolayı hapsedilmiştir ve çaresizlik içinde kıvranmaktadır. Kaderinin kendisini taşıdığı yer hiç de iç açıcı değildir ve Boethius büyük bir kederle uğraşmaktayken birden çevresini şiir musaları sarar. Kendisine gelen bu ilham perilerinin yardımıyla büyük eserini yazmaya başlar. Bu arada gözlerinin önünde bir görüntü belirir. Felsefe, bir hanımefendi kılığında karşısındadır (Latincede "philosophia, -ae" kelimesi dişil karakterli olduğundan felsefenin bir hanımefendi kılığında görünmesi kadar doğal bir durum olamazdı.). Boethius, gözlerinin önündeki bu görüntünün ayrıntılarını satırlara aktararak, felsefenin özelliklerini ve sınıflarını anlatmak yolunu tercih etmiştir.

Boethius, felsefe tarihinde, quadrivium’u düşünme pratiğimize sokan isimdir. Bilindiği gibi quadrivium dört matematik biliminin üst adıdır. Burada yer alan müzik de o dönemde matematik ile bir şekilde ilgisi kurulan bir sanat dalıydı. Felsefe ve ayrımları, aslında Boethius’un belli türden bir kaygısı sonucunda gelişmiştir. Boethius sadece felsefeyi değil; fakat aynı zamanda bilimleri de sınırlandırmış ve bunu da iki farklı biçimde gerçekleştirmeye çalışmıştır. Bunlardan ilk bölümlendirmeye peripatetik bölümlendirme de demek mümkündür. Bu bölümlendirme, felsefenin en başta ikiye ayrılmasını gerektirir. Felsefe "teorik" ve "pratik" felsefe olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Pratik felsefe de kendi içinde üç bölümde ortaya çıkar: Etik, Ekonomi ve Siyaset. Teorik felsefenin de üç alt kısmı bulunmaktadır: Doğa Felsefesi yani Fizik, Matematik ve İlahiyat. Buradaki ilahiyat, Kutsal Kitap’taki sorunları ve anlatıları kendisine konu edinen türden bir etkinlik değil; fakat Aristotelesçi anlamda bir ilahiyattır. Bu tür ilahiyat hakkındaki en temel görüşler Aristoteles’in Metafizik adlı eserinde yer almaktadır. Matematik, kendi içinde tekrar ikiye ayrılır: Çokluk ve Büyüklük. Çokluk’un altında Mutlak Matematik ve Göreli Müzik bulunur. Göreli müziğin üç türü vardır, bunlar: Enstrümental, İnsani ve Kozmik olarak sıralanmaktadır. Büyüklük, Sabit Geometri ve Hareketli Astronomi olarak iki kısımda göz önünde bulundurulur.

Boethius’un, çeşitli çalışmalarında kaleme aldığı bir diğer sınıflandırma ise Stoavari sınıflandırmadır. Burada felsefe üç kısımda değerlendirilmektedir: Mantık, Etik ve Fizik.

"Felsefe, bütün bilimlerin anasıdır." anlayışı, yukarıdaki ayrımlandırmalarda açıkça göze çarpmaktadır. Felsefe, bilginin, bütün bilginin başlangıç noktası ve kaynağı olarak görülmektedir 

Boethius, Aristoteles’in anlayışını takip ve kabul ederek, bilimlerin nesnelerine göre farklılıklar taşıdıklarını görmüştür. Buradaki nesneden anlamamız gereken formdur. Bu formlar, madde ile olan ilişkilerindeki yakınlık ve uzaklığa göre bilimleri belli bir yere koymamıza neden olurlar. 
  • Boethius'un en temel amaçlarından biri Platon ile Aristoteles'i uzlaştırmaktır.       
  • Ona göre Tanrı salt formdur. Aristotales metafizikte bu kelimeyi kullanmıştır yanı Boethius ondan yardım almıştır bu konuda. 
  • Tanrı ile varolanlar arasındaki en büyük ayrımın varlık (esse) ve öz arasındaki ayrım olduğunu düşünmektedir.       
  • Hakikat ruhun içinde bulunur. Araştıran ruhuna bakmalıdır.        
  • İnsan aklı boş levhadır diye düşünmek imkansızdır.(tabula rasa)       
  • Kavramlarımızın oluşmasında duyularımızın ürettiklerinden soyutlanan herhangi bir içerik olmadığını söylemek mümkündür. Kavramlarımız doğuştan hayatımızda biçimlenmiş şeylerdir.        
  • Boethius un bilgi anlayışı Platoncudur.       
Tümeller Tartışması : Ortaçağın en önemli problemlerinden biridir. Cinsler ve Türler hakkında 3 soru sorulur.  
  1. Cinsler ve Türler gerçektende doğadamı varolurlar yoksa bunlar saf şekilde  zihinsel oluşumlarmıdır.
  2. Eğer bunlar gerçeklikler ise maddimidirler yoksa değilmidirler.  
  3. Duyulabilir şeylerden ayrımı varolurlar. Yoksa bunların içindemidirler. 
İnsanların içinde yaşadıkları düzlemde en yüksek yetiye akıl (ratio) denmektedir. Bu bireylerdeki tümel yapıyı, kavrama anlama ve temaşa etme yeteneğine sahiptir. Anlama yetisi ilahi bir yetidir. Tümel olanın özelliklerini aşarak saf formun içeriğini kavrarlar.

Aklın altında imgelem ve duyu yer almaktadır. 

İmgelem maddi olmayan insan biçimini ifade eder. Duyu maddi görünüm içindeki kılıkla ilgilenmektedir. İnsan ruhu bedensel olanla sınırlandırılmış bir yapıdır. Ancak aklın sınırları içinde kalan bir etkinlik sergileyebilirler.