Estetik ve Sanat Felsefesinde Temel Konular

FELSEFE Ders Notları 3
Estetik ve Sanat Felsefesi
Estetik ve Sanat Felsefesinde Temel Konular


Günlük hayatımızın da içinde olan "estetik" kelimesi felsefede özel bir araştırma alanının adıdır. "Estetik" kelimesi Yunanca "duyular yoluyla algılama" anlamına gelen aisthanomai kelime­sinden gelmektedir. Aisthesisde algı, duyum anlamında kullanılmıştır. "Estetik" kelimesi özünde duyularımı­zın, algılarımızın ortaya koyduğu bilgi anlamında kullanılmış bir epistemolojik ke­limedir.  Akıl yoluyla ulaşılan bilgiden farklı olarak değişen dünyaya dair bildikle­rimizi ortaya koyar. 

Alexander G. Baumgarten, "Aesthetica" adlı yapıtıyla estetiği bir bilim olarak ele alan ilk felsefecidir. Baumgarten rasyonalistlerin kullandığı "akıl yoluyla açık ve seçik olarak bilinen" ve "du­yular yoluyla açık ve seçik olarak bilinemeyen" kavramlar ayrımını temel alarak es­tetiği açık ve seçik olmayan bir bilginin yani duyusal bilginin bilimi olarak tanım­lamıştır. Açıklık ve seçiklik rasyonel bilginin ölçüsüyken açık ve seçik olmamak (bulanık olmak) duyusal bilginin (estetik bilginin) ölçüsüdür. İşte duyusal bilginin mantığını araştıran alanın adı da estetiktir.

Estatik mi Sanat Felsefesi mi?
Metafizin çerçevede "Güzellik Nedir?" sorusu ilk defa Platon'la birlikte sorulmuştur. Platon'un, ontolojik - epistemolojik boyutu olan idealar öğretisine göre, ideaların sıralamasında en üstteki idea iyi ve güzel ideasıdır. Estetik, sanat felsefesini de içine alan geniş bir araştırma alanıdır.
Felsefi bir estetik, güzel, hoş, narin, duygusal, zarif, gösterişli, çirkin, yüce, çocuksu gibi pek çok özelliği, sanatçı - sanat yapıtı - izleyici ilişkisini ve genel olarak sanatın niteliğini araştıran felsefenin bir alanını tanımlar.

Güzellik
Platon'da güzel olan yalnızca "Güzel İdeası"dır. Güzel İdeası dışında güzel olan her şey hep belirli bir açıdan, belirli bir zamanda güzeldir ya da bir başka şeyle karşılaştırıldığında güzeldir.

Güzelin ele alınışı aslında Platon'dan daha öncesine dayanır. Örneğin M.Ö. 6. Yüzyılda yaşamış olan Yunan­lı filozof Pythagoras Platon'un yaptığına benzer bir şekilde güzel olanı kendi evren anlayışının bütünü içerisine yerleştirmiştir. Ona göre en güzel şey uyumdur. Pytha­goras, evrenin adeta bir müziğinin, melodisinin olduğuna inanmış, gökyüzündeki yıldızların, ayın, güneşin dans ederek dönerlerken uyumlu bir ses çıkardıklarını id­dia etmiştir. İşte bu da ona göre güzel olandır.
Antik Yunan'da "güzel" kavramı ile "iyi" kavramı bir tutulur. Bunun için kullanılan sözcük: kalokagathia (kalos: güzel, agathos: iyi).

Aristoteles'te güzel üzerine detaylı bir araştırma yoktur. Yi­ne de güzellikle ilgili ondan öğrendiğimiz şey güzelin belli bir büyüklükle ilgili ol­duğudur. Buna göre, "çok büyük" ve "çok küçük" olan, yani kavrama gücümüzü aşan bir şey güzel olamaz. Bu görüşü önemsediğimizde, güzelin orantıyla ilgili olduğunu, matematiksel olarak belirlendiğini kabul etmemiz gere­kir. Aslında bu görüş Aristoteles'e hocası Platon'dan geçmiştir. Platon da son dönemlerinde Pythagorasçılardan etkilenerek güzeli matematiksel bir kavram gibi ele almıştır. Buna göre güzellik ölçülebilir bir şey olmuştur. Örneğin, bir çem­ber kendi başına güzeldir. Şimdi Aristoteles de güzellik konusunda Platon'dan et­kilendiğine göre Antik Yunan'daki güzellikle ilgili yaygın anlayışın kökeninin Pythagorasçılara dayandığını rahatlıkla söyleyebiliriz ki ölçülebilen güzellik görü­şü çeşitlenmekle birlikte günümüzde de hâlen korunmaktadır. 

Felsefeci ve Teolog Tertullianus güzeli şeytani bir şey, şeytan tarafından tohumları atılmış dünyevi arzuların gizli bir yanıltmacası, başka bir deyişle şeytanın bir oyunu olarak tanımlar.

Platinos'a göre, güzellik ilahi olanın yeryüzündeki tezahürü / görünümüdür. Augustinus'a göre, bir kimsenin ruh ve beden güzelliğine yaklaşması gerekir.

Yirminci yüzyıla felsefeciler güzel problemini kavramsal çözümleme problemi olarak ele almaya başlamışlardır. 

Çağdaş estetistikçilerden Guy Sircello güzelin ilkelerinin bulunabileceğini iddia ederek yeni bir güzellik kuramı ortaya atmıştır.

Sircello'ya göre hiç bir özellik kendi başına, genel olarak güzel değildir. Belirli bir nesneye uygulandığında ancak bir güzel olabilir.

1975'te yayınlanan "Yeni Bir Güzellik Kuramı" adlı yapıtında Sircello ağırlıklı olarak "renk güzelliği"ni araştırmıştır. Ona göre, limonun ekşiliği, tuvalet kokusu, sümüklüböceğin yapışkanlığı gibi örnekleri niteliksel derece özellikleri olarak kabul edilir.

Alexander Nehamas'ın tam bir tanım ni­teliğinde olmasa da güzele dair yorumuna kısaca bakarak bu bölümü tamamlaya­lım. Ona göre güzel, bir "mutluluk vaadidir". Bu ifadeyi Baudelaire'den almış olan Nehamas'a göre "mutluluk vaadi" şu anlama gelmektedir: Biz bir nesneyi bizi ken­disiyle ve ilgili nesne ağıyla süre giden bir uğraşın içine çektiğinde güzel buluruz. Bu ağlar kişiseldir ve evrensel geçerlilik beklentisini karşılamazlar. Ancak Nehamas'a göre mutluluk vaadi yine de sanat deneyimi için vazgeçilmezdir.

Sibley'e göre bir eseri estetik olmayan özelliklerden yola çıkarak tasvir etmek estetik özelliklerle ilgili bir tasvire yol açmaz. Ancak eserin estetik özelliklere sahip olduğu iddiasını desteklemek için estetik olmayan özellikler kullanılabilir. Örne­ğin, bir resmin soluk renklere ve yuvarlak çizgilere sahip olması onu zarif yapmaz. Diğer taraftan, bir kimse resmin zarif olduğu iddiasını desteklemek üzere resmin solgun renklere ve yuvarlak çizgilere sahip olması özelliklerine işaret edebilir. 

Estetik Deneyim: Tamamlanacak ya da tamamlanmış bir süreci temsil eder. Deneyimler "deneyim olma" bakımından aynı olsalar da birbirlerinden ayırt edilebilir özellikleri vardır.

Estetik Özne: Estetik bir tutumla estetik deneyim yaşayan, estetik nesneleri değerlendiren, yorumlayan, eleştiren kişidir.estetik bir tutumla estetik deneyim yaşayan, estetik nesneleri değerlendiren, yorumlayan, eleştiren kişidir. 

Estetik Nesne: Estetik deneyimin nesnesi, estetik öznenin yöneldiği nesnedir.

Estetik deneyim konusunda iki yaygın görüş bulunmaktadır. Bu görüşlerden biri biçimcilik diğeri ise bağlamcılıktır. Biçimcilik, estetik deneyimin nesnesini bi­çimsel özellikler olarak kabul eder. Renk, şekil, çizgiler, ses, yapı, kalıp gibi özel­likler biçimseldir. Buna göre bir kişinin estetik deneyim yaşaması dikkatinin ilgili nesnenin biçimsel özelliklerine yönelmesini gerektirir.. Biçimcilerin anladığı türden bir estetik dene­yim aynı zamanda kişinin söz konusu nesneyle kendisi arasına mesafe koyması an­lamına gelmektedir. Başka bir deyişle, deneyimi yaşayacak olan kişinin her türlü görüşünü, düşüncesini, inançlarını, istek ve hedeflerini bir kenara koyması bekle­nir. Böylelikle biçimciliğe göre estetik deneyim nesnelerin algılanabilir olan özel­likleri üzerinden değerlendirme yapmaktadır. 

Bağlamcılık: Biçimciliğin tam tersidir. Estetik deneyim için biçimsel özellikler tek başına yeterli olmaz, içerik son derece önemlidir. Hatta bağlamcılara göre kimi durumlarda içerik biçimden çok daha önemli olabilir. İçeriğe dikkat etmek, ilgili nesneyle araya mesafe koymamaktır. 

Kant biçimci görüşün temsilcilerindendir.

Kant'a göre, nesneler yalnızca biçimle­rinin algılanmalarıyla zevk uyandırdıklarında estetik deneyimler de keyifli olurlar. Kant her ne kadar esas olarak estetik deneyim üzerinde değil de estetik yargılar üzerinde durmuş olsa da yine de bu türden yargıları değerlendirir­ken bir nesnenin karşısındayken yaşanan deneyimin, zevk deneyiminin ve öznel uyumun estetik yargının merkezinde yer aldığı görüşünde olmuştur. 

John Dewey, 1958'de yayımlanan Art as Experience (Deneyim olarak Sanat) ad­lı yapıtında estetik deneyime iki temel karakter yükler. Bunlardan ilki "birlik" ve "tamamlanmışlık"tır. Bu iki nitelik olmadan deneyim oluşamaz. Dewey'e göre es­tetik deneyimin ikinci karakteri daha ziyade anlama yetilerimizle ilgilidir. Buna gö­re estetik deneyim için el ve göz yalnızca araçtırlar. Estetik deneyim denilen dene­yim el ve gözün ötesinde gerçekleşir. 

George Dickie'ye göre tamamlanmış ya da biçimsel an­lamda birliğe sahip olan bir sanat yapıtı olabilir ancak aynı şeyi bir deneyim için söylemek mümkün değildir. Deneyimler için genellikle bu ifadeler kullanılmaz. Bunları kullanmak, Dickie'ye göre, algı ile algının nesnesini karıştırmaktır. Ona gö­re, tamamlanmış bir eseri görmek ya da duymak tamamlanmış bir görme ya da duymaya sahip olmamıza yol açmaz.

Estetik Tutum: Bilişsel tutum, bir nesneye ya da olaya onun hakkında bir şeyler öğrenebilmek için yaklaşılıyorsa söz konusudur. 

Kişisel Tutum: Bir nesneye ya da olaya kendimizle ilgili kimi şeylerle benzerlik kurmak için yaklaşılıyorsa söz konusudur. 

Pratik Tutum: Bir nesneye ya da olaya kullanışlılığı açısından yaklaşılıyorsa söz konusudur.

İlgisizlik Kavramı: İlgisizliğin estetik dışındaki anlamı, yargılamada ya da tartışmada yansız kalmak, taraf tutmamaktır. Estetikteki kullanımı ise nesnenin varoluşu ve pratik kullanımıyla ilgilenmemektir.

Edward Bullough (1912) "ilgisizlik" kavramına "duygusal ayrılma"yı eklemiştir. Ona göre örneğin trajik bir oyunu doğru bir şekilde değerlendirebilmemiz için sahnede olup bitenlere müdahale etmekten kendimizi alıkoyacak kadar oyundan ayrılmalıyız. Bu fikre Goldman şu şekilde karşı çıkıla­bileceğini söylemiştir: Bir trajedide ağlarken, bir korku filminde korkudan yerimiz­den zıplarken ya da bir romanın olaylar dizisine kendimizi kaptırmışken eserden ayrılmış, kopmuş olduğumuzu söylemek zordur. Oysaki tam da bu sırada bu eser­lerin estetik niteliklerini dolu dolu değerlendiriyor olabiliriz.

Kendall Walton (1970) ve Arthur Danto (1981)'ya göre de bir sanat yapıtının nasıl sınıflandırıldığı kişinin algıladığı estetik özellikleri etkiler.

Doğa nesnesi ya da bir sanat ya­pıtına estetik bir yüklem yüklediğimizde bir yargıda bulunmuş oluruz. Bu yargı bir değer yargısıdır. Değer yargıları arasında en yaygın olanlar etik ve estetik değer yargılarıdır.

Alan Goldman'a göre, her nesne estetik değerlendirmeye yönlendirmez. Dolayısıyla estetik bir tutum benimsemeye çalışmak ya da bir nesneye tamamen odaklanmayı arzulamak estetik deneyimin oluşması için yeterli olmayabilir. Ayrıca bu zorunlu değildir. Goldman ve Walton ve Danto gibi bağlamcı görüşten yanadır.

Dabney Townsend'e göre üç tür estetik yargı vardır: 
  • Kar­şılaştırmalı Yargılar: Biçimi "A, B'den daha iyidir" olan karşılaştırmalı yargılar.
  • Mutlak Yargılar: Biçimi "A, B'dir" olan mutlak yargılar.
  • Estetik Deneyim Yargıları: Belirli bir biçimde olmayan, kendi içinde değer taşıdığına inanılan ve "estetik duygunun kendine yönelik" olan estetik deneyim yargıları
Es­tetik yargı ilk olarak detaylı bir şekilde Kant tarafından ele alınmıştır. Kant estetik yargıyı beğeni yargısıyla aynı anlamda kullanır. Beğeni ise "güzeli yargılama yetisidir." "Bir nesneye güzel diyebilmek için neyin gerekli olduğunu beğeni yargısı­nın çözümlemesi ortaya çıkarmalıdır." Beğeni yargısı bir bilgi yargısı yani mantık­sal bir yargı değil estetik bir yargıdır ve "onunla belirlenim zemini öznel olmak­tan başka türlü olamayanı anlarız".. Öznel olmalarının en belirgin nedeni de zevk duygusuna dayanmalarıdır. Zevk duygusuna dayanan estetik yar­gılar öznel olmaları nedeniyle de doğrulanamazlar. 

Sibley'e göre de üç tür estetik yargı vardır. Buna göre bir estetik yargı estetik bir terim içerebilir; estetik bir terim içermediği halde yargı estetik olabilir ve son olarak bir estetik yargı nesneleri değerlendirebilir.