Sanat ve Sanatın Sınıflandırılması

FELSEFE Ders Notları 2
Güzel Sanatlar
Sanat ve Sanatın Sınıflandırılması


Güzel Sanatlar kavramı Batı'da Aydınlanma hareketiyle birlikte 18.yüzyılda "icat" edilmiş bir kavramdır. Sanat tarihinde ilk kez 18.yüzyılda sanat ile zanaat arasında bir ayrım yapılmış ve sanatın tanımı, türleri, sınıflandırılması bu ayrıma dayanılarak temellendirilmiştir.

Zanaat: Zanaat insanın maddi gereksinimlerini karşılamak için yapılan, öğrenimle birlikte deneyim, becelik ve ustalık gerektiren iş olarak da tanımlanabilir. Bu tanım gereğince, beceri ve ustalık gerektiren iş olarakta tanımlanabilir. Zanaat durağandır. Gelişime açık değildir, klişedir, kolay kolay değişmez çünkü usta değişmez. Esas ilkesi renkler ve zevkler tartışılmazdır. Eleştiri yoktur. 

Sanatı tanımlamak ise kolay değildir…Özel anlamda sanat yada modern sanat kavramı Aydınlanma sonrası sanayileşen kapitalizmle ve çağdaş demokrasinin güncel biçimlerini kazanmaya başladığı bir dönemde elde edilen bireysel hak  ve özgürlüklerle ortaya çıkmış bir kavramdır.

20.yüzyıl sanatının önde gelen isimlerinden birisi olan İspanyol ressam ve heykeltraş Pablo Picasso'ya "Sanat Nedir?" diye sorulduğunda, şu yanıtı verir: "Benden sanatın ne olduğunu söylememi bekliyorsunuz, bunu bilseydim kendime saklardım!" Her ne kadar Picasso ne olduğunu bilmediğini açıkca itiraf etse de sanatın, gerçeği anlamamızı saplayan yalan olduğunu söyler. Picasso ile aynı kanıda olan bir başka kişide  "Hakikat yüzünden ölmemek için elimizde sanat var, sanatın özü belli türden bir yalandır." diyen ve yaşamı katlanabilir kılan tek şeyin sanat olduğunu söyleyen ünlü Alman düşünür Nietzsche'dir. Hem bir sanatçı hem de bir filozof olan Jean Paul Sartre'a göre de sanat eseri gerçekdışı bir şeydir çünkü sanatın alanındaki güzel (estetik) kışkırtılmış bir hayaldir.

Yansıtma Kuramı: Sanat tarihinin bilinen en eski ve köklü sanat kuramıdır. "Sanat Nedir?" sorusuna verilen ilk yanıt, sanatı bir yansıtma, benzetme yada taklit (mimesis) olarak görme eğilimdedir. Yansıtılan, benzetilen, taklit edilen şey ise doğadır, hayattır, insandır; kısacası adına gerçeklik dediğimiz her şeydir. Kuramın özü sanatın gerçekliği yansıttığıdır fakat her sanatçının, düşünürün gerçeklik kavramından anladığı şey farklı olduğu içindir ki tek bir yansıtma kuramından değil, tarihin farklı dönemlerinde geliştirilip, yorumlanarak günümüze gelen farklı yansıtma kuramlarından söz edilebilir.

Platon'a göre sanat ve sanatçı, kopyanın kopyasını sunmaktadır. Bu nedenle de değersiz olarak nitelendirilip dışlanmaktadır.

Platon'a göre bir idea olan ve ahlakla ilişkisi nedeniyle büyük önem taşıyan "güzel-güzellik"  konusu sanatın, sanatçının eline bırakılmayacak kadar ciddi bir konudur ve  felsefenin, dolayısıyla filozofun ilgi alanı içinde kalması gereklidir. Platon'un sanata ve sanatçıya ilişkin bu kuşkucu, olumsuz yaklaşımının yüzyıllar boyunca etkili olduğu için önemli olduğu söylenebilir.

Aristoteles iiçin sanat hayatın olduğu gibi kopya edilmesidir.

Aristoteles'e göre sanat, ideaların bilgisini sunabilecek yeterliliktedir; sanattan elde ettiğimiz bilgi geneli  ya da özü yansıtan kalıcı, değerli bilgilidir. Olanı olduğu gibi anlatmak tarihin işidir, oysa sanat yalnızca olanı değil olabilecek olanı da anlattığı için daha değerlidir.

Sanatı yansıtma kuramının 19. ve 20. yüzyıllardaki karşılığı olan gerçekcilik (realizm), ardından  da Marksist estetik oldu. 19.yüzyılın ortalarında romantizme bir tepki olarak doğan gerçekcilik de sanatın yansıtma olduğu ilkesiyle hareket ediyordu. Gerçekci sanatın edebiyattaki en önemli isimlerinden birisi olan Stendhal'e göre roman, yol  boyuncu gezdirilen bir aynadır. Bu aynaya yansıyan ise ideal insanın ideal dünyası değil, tüm çıplaklığıyla, olumlu- olumsuz tüm yönleriyle içinde yaşadığımız gerçek hayattır. Resim sanatında gerçekciliğin öncüsü ressam Gustave Courbert'in  "Ben hiç melek resmi yapmadım çünkü hiç melek görmedim." sözü de gerçekciliğin sanata nasıl baktığını özetler niteliktedir.

Sanatın yansıtma olduğunu kabul eden Marksist estetik iki dönem ayrılır. 1934'e kadar olan birinci dönem ve toplumcu gerçekcilik kuramının kabul edildiği ikinci dönem.

Marksist estetiğe göre, sanat, bilinçli ya da bilinçsiz olarak toplumdaki egemen sınıfın ideolojisini yansıtan bir olgudur. Sanat belli bir tarihsel dönemdeki toplumsal sınıfların çıkarlarını yansıtan bir ideolojidir.

1960'lı yıllardan itibaren yaygınlık kazanmaya başlayan anlayışla birliktte Marksist estetik te yeniden yorumlanmıştır. Bu yorumlar içerisinde, özellikle Louis Althusser ideoloji sorununa yaklaşımı önemlidir. Althusser'e göre, toplumsal gerçeklik yalnızca ekonomiye indirgenerek açıklanamaz.

Ekonominin yanı sıra, ideolojik ve politik düzlem de belirleyicidir ve bunların her birinin görece bir özerkliği vardır. Althusser, ideolojiyi ve politik düzlemde belirleyicidir ve bunların her birinin görece bir özerkliği vardır. Althusser, ideolojiyi sıyut birtakım fikirler olarak görmez,  tam tersine ideolojiye, somut maddi bir nitelik yükler. Klise, okul, aile, siyasi parti gibi kurumları "ideolojik aygıtlar" olarak adlandıran Althusser, ideolojik söylemlerin bu kurumlarda üretldiğini ve medya aracılığıyla topluma sunularak, bir yanılsama ağı örüldüğünü düşünür.

Sanatı bir ayna olarak gören yansıtma kuramı için önemli olan dış dünyanın, akıp giden hayatın, insanın ve toplumun yansıtılması iken, sanatçının iç duyguları ve iç dünyası önemsenmez.

Romantizm: Her şeyi akılcılığa indirgeyen dünya görüşüne karşı başkaldırının sanat alanındaki karşılığı olarak görülebilir. Romantizm ile birlikte sanat gerçeği yansıtan bir ayna olmaktan çıkar ve sanatçının iç dünyasına, ruhuna açılan bir pencereye dönüşür. "Sanat Nedir?" sorusunun yeni karşılığı, sanatçının duyguları ile bu duyguların anlatımı ya da kısaca anlatımcılık (expressionism) dir.   

Anlatım olarak sanat iki başlık altında incelenebilir. Bunlardan ilki yaratma olarak anlatımcılık, ikincisi ise aktarım olarak anlatımcılıktır.

Amerikalı ressam Albert Ryder "Eğer sanatçının kendi fırtınasını içermiyorsa, biçim ve renk bakımından aslına sadık bir fırtına bulutunun resmini yapmanın ne yararı var?" diye sorar ve onun bu sorusu aynı zamanda sanatın bir yansıtma değil anlatım olduğunu ifade eder.

Yaratma olarak anlatımcılık: Anlatım adlandırma değildir, sanatın özünü yaratıcılıkta, yaratma eyleminde bulur. Duyguyu adlandırmak yalnızca genellemeye yol açan bir sınıflandırmadır. Anlatımda ise bireyselleştirme sözkonusudur. 

Aktarım olarak anlatımcılık: Sanat eserinin alımlayıcısı (okur, izleyici, dinleyici vb.) ile sanatçı arasında bir ilişki kurmaya çalışır çünkü sanatçının duygularını ifade etmesi sanatın ne olduğunu açıklamak için yeterli değildir. 

Biçimci Kuram: Sanat eserinin dış dünyadan da, sanatçıdan da, sanatın alımlayıcısından da bağımsız, kendi başına yeterli bir yapı, dizge yada düzen olduğunu savunan anlayıştır.

Günümüzde yapılan Sanat Sınıflandırması:
  • Pratik Sanatlar (endüstriyel)
  • Güzel Sanatlar 
Geleneksel Sınıflandırmadan farklı olarak Çağdaş Sanat Sınıflandırması:
  • Yüzey Sanatları
  • Hacim Sanatları
  • Dil Sanatları 
  • Ses Sanatları
  • Hareket Sanatları
  • Dramatik Sanatlar
Toplumcu Gerçekcilik: Rusya'da ortaya çıkan toplumcu gerçekcilik sanatın ne olduğundan çok ne olması gerektiğine yanıt vermeye çalışır. Toplumcu gerçekciliğe göre sanat bir yansıtmadır ve yansıtılan gerçeklik, toplumun gerçekliğidir, toplumsaldır. Toplumcu gerçekciliğe göre sanat yalnızca toplumdaki çürümeyi, yozlaşmayı, çöküşü değil aynı zamanda yeni bir toplumu ve kültürü yaratabilecek sınıfın doğuşunu  da yansıtmaktadır. Önemli olan şu anki gerçekliği bilmek değil, bunun nereye doğru gittiğini bilmektir.